Hızlı nüfus kaybını tersine çevirmenin veya en azından yavaşlatmanın yollarını düşünmeliyiz.
Beklemediğimiz bir gerçekliğe giriyoruz. Yavaş nüfus artışı ve geleceğimizi derin ve öngörülemeyen yollarla şekillendirecek demografik düşüş çağı. Küresel olarak, geçen yılki toplam nüfus artışı (1) yarım yüzyılın en düşüğüydü. 2050 yılına kadar, yaklaşık 61 ülkede nüfus düşüşü görülmesi beklenirken dünya nüfusunun bu yüzyılın ilerleyen zamanlarında zirveye ulaşması öngörülüyor.
Bu tür uzun vadeli küresel demografik durgunluk Orta Çağ’dan beri görülmedi. Dünya nüfusu yüzyıllardır artıyor, ancak geçen yüzyıl önceki yükselişleri gölgede bıraktı. Dünya nüfus artışının yaklaşık yüzde 75’i son yüz yılda gerçekleşti. 1970’ten bu yana yüzde 50’den fazla bir nüfus artışı oldu. Ancak şimdi, Birleşmiş Milletler’e göre (2), özellikle daha gelişmiş ülkelerde, nüfus artış oranları düşüyor.
Mesele küresel nüfusun ne zaman azalmaya başlayacağı değil. BM’nin uzun vadeli öngörüsüne göre, dünya nüfusu 2086’da zirveye ulaşacak. Kısa vadeli öngörüsüne göreyse, dünya nüfusu zirveyi 2053 yılında görecek. 2100 yılına kadar nüfus bugün olan seviyenin yaklaşık bir milyar altında olacak. Demografi uzmanı Wolfgang Lutz ve meslektaşları, 2050 yılına kadar 8,8 ila 9,0 milyar arasında olan küresel nüfusun, 2100 yılına kadar 8,2 ila 8,7 milyar arasında düşeceğini öngörüyor (3). Tahmin edilen düşüşler, doğurganlık oranlarının yüksek olduğu Sahra Altı Afrika bölgesindeki ülkelerde yoğunlaşmıştır. Bu süreçte, hızla yaşlanan bir gezegende yaşayacağız. 1970 yılında medyan dünya yaşı 21,5 idi. 2020 yılına kadar 30,9’a yükseldi. BM, 2100 yılında dünya yaşının 41,9 olacağını öngörüyor.
Paul Ehrlich’in insanlığın “kendimizi yok oluşunu hazırlayacağına” dair uzun süredir devam eden kehanetini ciddiye almamız gereken zamanı çoktan geride bıraktık. Aksine, azalan bir işgücü, yavaş ekonomik büyüme, genel olarak düşen refah ve bir önceki nesil ile onlardan daha zor durumda olan yeni nesiller arası çatışmayı içeren nüfus azalmasının potansiyel kötü etkileri konusunda endişelenmemiz gerekiyor. Daha zengin ülkelerde görülen düşük doğurganlık oranları, genç nüfusu az zengin ülkeler ile genç nüfusu fazla yoksul ülkeler arasında büyüyen bir çatışmanın habercisidir.
Zengin dünyanın küçülmesi
Avrupa’nın nüfusu 2020’de 744.000 (4) ve geçen yılda 1,4 milyon azaldı. Bu kayıtların tutulmaya başladığı 1950 yılından bu yana herhangi bir kıtadaki en büyük düşüş. Bu azalma, pandemi ile daha da artmasına rağmen uzun süredir devam eden bir modelin hızlanmasıdır. AB’nin nüfusu, nüfus yenileme oranı için gereken 2,1’lik oranın oldukça altında olan doğurganlık hızlarıyla bir nesildir azalıyor. En büyük AB ülkesi olan Almanya’nın 2050 yılına kadar yüzde beş, İtalya’nın ise nüfusunun yüzde 10’unu kaybedeceği tahmin ediliyor. Toplamda 27 ülkeden oluşan Avrupa Birliği, nüfusunun 2022’deki 447 milyon sayısından yüzyılın sonuna kadar 416 milyona düşeceğini öngörüyor (5).
Avrupa doğurganlığı 1960’lardan bu yana büyük ölçüde azaldı (6). Doğum oranı “60 yılın en düşük seviyesi olan 4 milyon doğuma” düştü. Her 1000 kişi için 16,4 bebeğin doğduğu 1970 yılına kıyasla, ham doğum oranı 2020’de 9,1’e düştü. Geçen yıl, İngiltere ve Galler’deki doğum oranı da rekor düzeyde düşük bir seviyeye ulaştı (7) ve 30 yaşın altındaki kadınlar için doğurganlık oranları, kayıtların 1938’de başlamasından bu yana en düşük seviyelerde seyretti. Tüm İngiliz kadınlarının beşte biri (8) orta yaşlarına vardıklarında çocuksuz artık.
En düşük doğurganlık oranlarına, uzun zamandır azalan genç nüfuslarının bir de başka ülkelere göç ile kaybeden Doğu Avrupa ülkelerinde rastlanılıyor. BM tahminlerine göre Ukrayna’nın nüfusu, Rus işgalinin etkisini hesaba katmadan bile, 2022’den 2050’ye kadar yüzde 18 düşecek. Polonya’nın nüfusu ise yüzde 13 düşecek. Rusya da amansız nüfus azalmasıyla (9) karşı karşıya: 2019 yılında (pandemi öncesi), ölümler oradaki doğumlardan yaklaşık yüzde 50 daha yüksekti. BM’ye göre, 2022’de 145 milyon nüfusa sahip Rusya’nın, 2050 yılına kadar 133 milyona düşecek.
Doğurganlık oranlarının düşmesi
Avrupa bu yeni demografik eğilimlerin öncüsüydü, ancak artık bu artık sadece Avrupa ile sınırlı değil. Son birkaç on yılda, doğurganlık Çin (10), Tayvan, Güney Kore, Hong Kong ve Singapur’da da hızla düştü (11). Bugün, hepsinde doğum oranları nüfus yenileme oranlarının altında. Güney Kore’nin doğum oranları o kadar uzun süredir düşüşte ki, ülke 20 yıl içinde silahlı kuvvetler hizmetlerinin mevcut büyüklüğünü yaklaşık yarısına indirmeyi planlıyor.
Belki de en aşırı durum, nüfus artışının 1960’lardan beri yavaşladığı Japonya’dır. Bu modeli tersine çevirmeye çalışmak yerine, Japon yetkililer şimdi çok daha küçük bir nüfusa uyum sağlamak için çalışıyorlar (12). Mevcut eğilim devam ederse, Ulusal Nüfus ve Sosyal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü’ne göre, ada ülkesinin nüfusu 2065 yılına kadar 125 milyondan 90 milyonun altına düşecek ve 2115 yılına kadar ancak 50 milyona düşecek.
Daha yakın zamanlarda, bu demografik düşüş paterni tarihsel açıdan daha refah olan Avustralya, Yeni Zelanda, Kanada ve ABD’ye de yayıldı. Bugün, tüm bu ülkeler nüfus yenileme oranının çok altında. ABD nüfus artış hızı, 2019’da (pandemi öncesi son yıl) yüzde 0,5’e düştü ve bu da en azından 1900’den bu yana en düşük seviyede. Sınırlı sayıdaki mevcut verilere dayanarak, St. Louis Fed, bunun ABD’nin (13) barış zamanı tarihindeki en düşük oran olduğunu söylüyor. 1800’lerin ilk yarısında Amerika Birleşik Devletleri’ndeki beyaz doğurganlık (14) oranının 7.0’den fazla olduğu, ancak 1900 yılına kadar 3.5’in biraz üzerine düştüğü tahmin edilmektedir. 2009’un sonlarına doğru 2.0’ın üzerinde kaldı (15), ancak şimdi nüfus yenileme oranının çok altında.
Bugün, dünya insanlarının çoğunluğu (16), nüfus yenileme seviyesinin çok altında doğurganlık oranları olan ülkelerde yaşamaktadır. BM verilerine göre bu sayı 2050 yılına kadar yüzde 75’e yükselecek. Gelişmekte olan ülkelerdeki temel yeni nüfus kaynakları bile kurumaktadır. Dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan Bangladeş’te, doğurganlık oranı (17) 1970’lerin başında kadın başına 6,9 çocuktan 2020’de 2,0’a düştü. BM’ye göre, 2024 yılına kadar dünyanın en kalabalık ülkesi olması beklenen Hindistan, toplam doğurganlık oranının 2,2’ye düştüğünü gördü.
Ekonomik sonuçlar
Doğum oranlarındaki büyük bir azalma, dünyanın bazı yoksul bölgeleri için iyi olabilir, ancak birçok yüksek gelirli ülke – Almanya (19), İtalya ve Avrupa’nın geri kalanının çoğunun yanı sıra Japonya (20), Güney Kore, Tayvan – demografik geçişin ilk kötü etkilerini zaten yaşıyor.
Genel olarak, ciddi derecede düşük doğum oranlarına sahip ülkeler, Japonya’da (21) yıllardır olduğu gibi, sonunda ekonomik büyümenin düşüşünü yaşayacaktır. Japonya’da yıllarca süren ekonomik durgunlaşma (22), 1990’lardan bu yana azalan ve 2035 yılına kadar üçte bir oranında daha küçük olacak bir iş gücünü yansıtıyor. Çin de benzer bir ikilemle karşı karşıya. 2050 yılına kadar, oradaki yaşlı nüfusun, tarihteki en hızlı demografik değişimlerden biri olacak şekilde (23), üç kattan fazla artması bekleniyor.
İstihdam tabanı küçüldükçe ve yaşlıların talepleri arttıkça, Almanya gibi ülkeler (24) mevcut iş gücüne uygulanan vergileri artırıyor. OECD’ye (25) göre, “aktif bir ekonomik geliri olmayan yaşlı insanların oranı (yani, 65 yaş ve üstü olanların), yüzde 22’den, 2050’de yüzde 46’ya yükselecektir.” Daha yüksek konut maliyetleri göz önüne alındığında, mevcut nesil, Singapur (26) gibi iyi yönetilen ülkelerde bile, emeklilik sonrası yaşam standartlarını korumak için emekli maaşlarına güvenemeyecek.
Amerika Birleşik Devletleri zaten büyük bir kamu emeklilik kriziyle (27) karşı karşıya (28) ve 2035 yılına kadar güvenlik rezerv fonlarının tükenmesi bekleniyor. Diğer ülkelerde olduğu gibi, bu büyük ölçüde düşük doğum oranları nedeniyle iş gücüne yeni girenlerin azalmasından kaynaklanmaktadır. 16 ila 64 yaşları arasındaki ABD nüfus artışı, 1980’lerde yüzde 20’den son on yılda yüzde beşin altına düştü. 1970 yılında, 20 ila 64 yaşları arasındaki her 100 kişi için 65 yaş ve üstü 19.1 kişi vardı. 2020 yılına kadar bu sayı 28,4’e yükseldi ve BM tarafından 2050 yılına kadar 40,4’e ve 2100 yılına kadar 54,1’e yükselmesi öngörülüyor.
Genç dinamizminin kaybı
Bu değişim aynı zamanda ekonomik dinamizmin ana kaynağı olan gençliği yok ediyor. Ekonomist Gary Becker, değişimin gücünün genç işçilerden ve girişimcilerden gelme eğiliminde olduğunu belirtiyor (29). Buna karşılık, emekli maaşlarını korumakla daha fazla ilgilenme eğiliminde olan yaşlı nüfusun artışını, ekonomik büyüme için iyi bir işaret olarak görmüyor.
Birçok ülkede firmalar vasıflı işçileri bulmakta zorlanıyor, bu da maliyetleri artırıyor ve işlerin daha refah ülkelere taşınmasını hızlandırıyor. Tarihsel olarak, genişleyen iş gücü, ekonomik büyümeyi ve yeniliği teşvik etme eğilimindedir. Bu, fazla nüfusunu dünyanın çoğunu sömürgeleştirmeye gönderen erken modern Avrupa için de geçerliydi. BM verileri, Doğu Asya’nın tam da genel doğurganlık oranlarının düşmeye başladığı bir dönemde muazzam bir “gençlik patlamasından (30)” yararlandığını göstermektedir.
Toplam doğurganlık oranı, Çin’in felaketsel düşüşünün (1,77’den 1,15’e) etkisiyle 2010’da 1,69’dan 2022’de 1,18’e düştü. Çin’in çalışma çağındaki nüfusu (31) (15 ila 64 yaş arasındakiler) 2011’de zirveye ulaştı ve 2050 yılına kadar yüzde 23 oranında düşmesi bekleniyor.
Bu düşüş, Çin’in şimdilerde ortaya atılan tek çocuk politikasının (32) etkileriyle daha da şiddetlenecek. Bu durum, çoğu Çinli geleneksel sebeplerle erkek çocukları tercih ettiği için kızlar üzerinde büyük bir dengesizlik (en az 30 milyon) (33) yarattı. 2050 yılına gelindiğinde, Çin’in 15 yaşın altında, şu anda olduğundan 55 milyon daha az insana sahip olması demek, İtalya’nın toplam nüfusuna yaklaşık büyüklükte bir kayıp demek. Aynı zamanda, Çin’in 65 yaş ve üstü yaklaşık 170 milyon daha fazla insanı olacak, bu da yaklaşık olarak dünyanın en kalabalık sekizinci ülkesi Bangladeş’in nüfusuna eşit.
Azalan iş gücünün etkileri Amerika Birleşik Devletleri’nde yaygın olarak görülmektedir. Danışmanlık firması Manpower, iş gücü açığı bildiren firmaların yüzdesinin 2015 ve 2020 yılları arasında iki katından fazla artarak yüzde 70’e ulaştığını belirtiyor (34). COVID, elbette, durumu çarpıcı bir şekilde kötüleştirdi, ancak 2028 yılına kadar Korn Ferry, en az altı milyon işçi açığı olacağını öngörüyor (35). Danışmanlık firması EMSI yakın tarihli bir raporunda “insan kıtlığı zaten geliyordu, 2020’nin yaptığı tek şey bir hızlandırıcı olarak hareket etmekti” diyor (36).”
Yeni demografinin küresel siyasi etkileri
BM, dünyanın önümüzdeki 50 yıl içinde önceki yarım yüzyılın 4,1 milyarına kıyasla 2,7 milyarlık bir büyüme göreceğini tahmin ediyor. Ancak tüm bu büyüme daha az gelişmiş dünyada olacak. Birleşmiş Milletler tahminlerine göre, 2022 ve 2050 yılları arasında dünya nüfus artışının yaklaşık yüzde 55’i, doğurganlık oranlarının hala nispeten yüksek olduğu Sahra altı Afrika’da gerçekleşecek. Takip eden 50 yıl boyunca, nüfuslar başka yerlerde azaldıkça, Sahra altı Afrika’da olan doğurganlık oranın daha da artacağı ileri sürülüyor. Kazançlı bir şekilde istihdam edilmek isteyen insanların gidecek bir yere ya da mal ve hizmet sağlayacak insanlara ihtiyaçları doğmuş oluyor.
Yüksek gelirli ülkelerde iş gücü azaldıkça, gelişmekte olan dünyanın “gençlik patlamasının” bu on yılda zirveye ulaşması bekleniyor (37). Bu işçiler için, yüksek gelirli ekonomilerdeki demografik yavaşlama yıkıcı olabilir (38). Sahra altı Afrika gibi yerlerin ihtiyaç duyduğu şeyleri – yeni enerji kaynakları, büyüyen ihracat pazarları ve sermaye – büyük ölçüde emeklilerini tatmin etmekle ilgilenen durgun ekonomilerden temin etmek kolay olmayacak. Afrika kaynaklı olan ve bazı nadir metalleri de içeren ürünlerin ihracatı için bulunan ana potansiyel pazarlar, Batı ülkeleri ithalatı makinalaşırken ve ithalata karbon vergileri (39) uygularken küçülecek.
Büyük bir ekonomik büyüme olmadan, gelişmiş dünyaya göç, birinin beklentilerini iyileştirmenin tek gerçek umudu olmaya devam ediyor. Göçün, 2050 yılına kadar yılda ortalama 2,2 milyon insanla (40) olması bekleniyor. Ancak, bu durumun ev sahibi ülkelerde güçlü bir tepkiye (41) yol açacağı neredeyse kesin. Tıpkı, Almanya Başbakanı Angela Merkel’in 2015 yılında savaşın harap ettiği Ortadoğu’dan gelen büyük bir mülteci ve göçmen dalgasına kapıları açmasından sonra olduğu gibi. Almanya endüstrisi, en azından başlangıçta, çalışan saflarını doldurmak için yeni gelenleri kucakladı (42), ancak muhalefet (43) daha kısıtlayıcı bir politikayı savundu. Letonya (44), Polonya ve Macaristan gibi ülkeler, doğumlar düşmüş olmasına rağmen, Avrupa dışından gelen göçmenlere daha az misafirperver davranmaya başladı.
Bu Avrupa çapında bir olgu. Hızlı mülteci akınının başlamasından bir yıl sonra, Pew Araştırma Merkezi (45), 10 ülkedeki Avrupalıların yüzde 50’sinin göçmenlerin ülkelerine bir yük getirdiğini düşünürken, ankete katılan hiçbir ülkede insanların yüzde 40’tan fazlasının göçmenlerin ülkelerini yaşamak için daha iyi bir yer haline getirdiğini söylemediğini tespit etti. Yunanlılar arasında, yüzde 63’lük bir kısım göçmenlerin olan durumu daha da kötüleştirdiğini söyledi. İtalyanların yüzde 53’ü bu görüşe katıldı. Vatandaşlarının hoşgörüleriyle gurur duydukları İsveç’te (46) bile, artan suç ve eskiden homojen bir ülkede benzeri deneyimlenmemiş düzeyde toplumsal sürtüşme yaşanması nedeniyle yaygın bir öfke görüldü.
ABD’nin çoğunlukla Asya ve Latin Amerika’dan gelen göçe karşı tutumları (47) da biraz sertleşti. Diğer ülkelerde olduğu gibi, göçmen nüfusun büyüklüğüne ilişkin popüler algı (48), ekonomik koşulları hakkındaki varsayımlar gibi, gerçeklikten oldukça uzaktır. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, şu anda sınırı geçen rekor sayılar, halk arasında güçlü bir muhalefete (49) neden oldu. Ülke iş gücü kıtlığı ile mücadele etse bile, ABD’nin güney komşularıyla göç konusundaki gerginliklerinin önümüzdeki yıllarda artması muhtemeldir.
Ailenin Değer Kaybetmesi – Bireyciliğin Yükselişi
Doğurganlıktaki durağanlık, en iyi ‘ailecilik kavramının değer kaybetmesi’ olarak tanımlanabilecek şeyin yükselişini de yansıtmaktadır. Bu, en çok, sakinleri arasında ailelerin son derece düşük yüzdelere sahip olduğu dünyanın büyük şehirlerinin çoğunda (50) – Pekin, Tokyo, New York, Los Angeles, Boston, San Francisco – belirgindir. Bu model, genç ailelerin büyük şehirlerden göçe öncülük ettiği pandemi sırasında hızlandı (51).
Ancak en büyük sorun, şehir merkezlerinin yönetimlerinin pahalılaşması ve kalabalıklaşmasında yatmaktadır. Dünyanın en kalabalık yüksek gelirli kentsel bölgesi olan Hong Kong’da (52), kadınların üçte ikisi, esas olarak konut fiyatları ve oradaki zorlu yaşam tarzı nedeniyle, ya sadece bir çocuk istiyor ya da hiç çocuk istemiyor. Pekin (53) ve Şanghay (54) gibi büyük Çin şehirleri, dünyadaki en düşük doğurganlık oranına ve nüfus yenileme oranının sadece üçte birine sahip.
Ayrıca, cinsiyet rollerinin, 1950’deki eve ekmek getiren ‘bir’ kişinin olması (55) modelinden daha esnek ve daha az tanımlanmış arketiplere kaymasıyla, bekarlığın (56) giderek daha fazla hüküm sürdüğü bir kulturkampf deneyimi yaşıyoruz. 1960’tan bu yana, Amerika Birleşik Devletleri’nde tek kişilik haneler yüzde 13’ten yüzde 27’ye yükseldi (2019). Avrupa Birliği’nde hanelerin yüzde 35’i tek bir kişiden oluşurken, Finlandiya’da hanelerin yüzde 45’i tek bir kişiden oluşuyor.
Geleneksel olarak aileciliğin kalesi olan ve hızla kentleşen Çin’de, şu anda 200 milyon evli olmayan yetişkin var. Bunların arasında 58 milyonu 20 ila 40 yaşları arasında. Çin’de yalnız yaşayan insanların oranı yüzde 15’e yükseldi. Bu bir zamanlar hayal bile edilemezdi. Çin’in genç erkekleri toplumdan o kadar kopuk durumdalar ki, Komünist Parti ve bazı özel firmalar onlara nasıl “erkeksi davranacaklarını” öğretiyorlar (57).
Modern Asya demografisini anlayabileceğimiz Japonya örneğinde, tek kişilik hanelerin 2040 yılına kadar yüzde 40’a ulaşması bekleniyor (58). Erkeklerin yaklaşık üçte biri 30’lu yaşlarına bakir olarak giriyor ve erkeklerin dörtte biri 50 yaşında evli değil. Bu seks durgunluğu, Hong Kong’un ünlü Wan Chai (59) “Red Light District” bölgesi gibi yerleri bile etkiliyor ve şimdi seks ticareti düştükçe lüks bir hipster alanına dönüştürülüyor.
Yeşil faktör
Hızlanan bir demografik düşüş modeli, bir dizi değişim hedefine mükemmel bir şekilde uyuyor. Birçok iklim bilimcisine (60) göre nüfusta büyük azalmalar bir “zorunluluktur” ve yeşil aktivistler, gelişmekte olan ülkelerde bile ekonomik durgunluğu veya küçülmeyi kucaklarken, genellikle azaltılmış bir nüfusa öncelik verirler (61).
Bu nedenle çevreci gruplar genellikle “çocuksuz” olmayı yüceltir ve gençler gezegenin iyiliği için ebeveynlikten vazgeçmeyi düşünmeye teşvik edilir. Birçok genç insan Dünya’da iç açıcı bir gelecek görmediği için bu, elin eldivene uydurulduğu bir durumu önümüze koyar. Bir ankete göre (62), dünyadaki tüm gençlerin yarısından fazlası, gezegenin iklim değişikliği yüzünden bir felakete mahkum edildiğini düşünüyor. Geleceğe inancı olmayan insanların çocuk sahibi olma olasılığı düşüktür.
Bazı iklim aktivistleri, Çin’in tek çocuk politikasını tüm gezegene yaymayı savunuyor (63). Yine de anti-natalist (64) politikalar, örneğin konut fiyatını yükselterek (yaşam maliyetini artıran) veya ekonomik aktiviteyi ve enerji tüketimini azaltarak (kasıtlı olsun ya da olmasın) daha ince bir şekilde empoze ediliyor. Bu kavram, bazı üst düzey şirketler ve varlıklı elitler tarafından öncelikle benimsenmiştir. Morgan Stanley’deki analistler “çocuk sahibi olmanın”, bireylerin hayatlarında karbon emisyonuyla savaşmak için uygulayabileceği 10 hafifletici maddeden 7 kat daha kötü olduğunu açıklamıştı (65).
Gelecek kuşak çatışması
Isınan iklim, düşük doğum oranlarının tek nedeni – hatta öncelikli çözülmesi gereken nedeni bile – değildir. Genel olarak, Y kuşağı daha büyük bir ekonomik güvensizlik, daha kötü yaşam koşulları ve baby boomerların (66) deneyimlediği fırsatlardan daha azına sahiptir (67). Pew (68) araştırmaları, neredeyse her yüksek gelirli ülkede, anketlerin ebeveynlerin büyük çoğunluğunun çocuklarının finansal geleceği konusunda kötümser olduğunu gösterdiğini söylüyor. Bu oran Japonya’da yüzde 80 ve ABD’de yüzde 70’in üzerinde. Gençler, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Japonya ve Kore’de de dahil olmak üzere benzer duygulara (69) sahipler.
Ebeveynleriyle karşılaştırıldığında, bugün gençlerin önemli varlıkları veya mülkleri olmayan bir geleceğe sahip olma olasılıkları daha yüksektir. Bir Deloitte çalışması (70), Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Y kuşağının (1981-1996 doğumlu) 2030’da ülke servetinin ancak yüzde 16’sını elinde tutacağını ve bu neslin açık ara en geniş yetişkin nesil olacağını öngörüyor. O zamana kadar, 1965 ve 1980 yılları arasında doğan önceki nesil (Gen X) servetin yüzde 31’ini elinde tutarken, 80’li ve 90’lı yaşlarına giren boomerlar hala yüzde 45’ini kontrol edecek.
O zaman umuttan yoksun insanların, biraz daha iyi ekonomik koşullara sahip olanlar arasında bile, evlilikten ve özellikle üremeden kaçınmaları şaşırtıcı değildir. Örneğin, İngiltere’de çocuğu olmayan çoğu insan bir zamanlar çocuk sahibi olmak istedi. İstemsiz çocuksuz kadınlar için bir destek ağı olan Gateway Women’ın kurucusu Jody Day, Guardian’a verdiği demeçte (71), çocuk sahibi olmamanın birincil nedeninin seçim veya kısırlık değil, “öğrenci borçları ve kariyer odağı gibi sistemsel konuların bir sonucu” olduğunu ve bunun aile planlamasını çok ileriye attığını söyledi.
Day ve diğer gözlemciler konutlaşmayı birincil suçlu olarak görüyorlar. Özellikle, ev sahipliğindeki düşüş aile oluşumu ile bağlantılıdır. Amerika Birleşik Devletleri’nde, Urban Institute’a göre (72), Y kuşağının ev sahibi olma oranı baby boomers ve X kuşağından daha az . 25 ila 34 yaşları arasındaki Y kuşağı arasındaki ev sahipliği oranı, baby boomerlara kıyasla yüzde sekiz puan ve aynı yaş grubundaki X kuşağından yüzde 8,4 puan daha düşük. Benzer eğilimler Avustralya (73), İrlanda (74) ve Birleşik Krallık da dahil olmak üzere diğer yüksek gelirli ülkelerde de görülebilir.
Uzun vadede, genç nesiller için pek aydınlık görünmeyen gelecek sadece ekonomiyi etkilemekle kalmayacak, aynı zamanda siyasi geleceğimizi de şekillendirecek etkiye sahip olacak. Ebeveynlerinin sahip olduğu yaşam standardına ulaşamadıkları için, ya toplumu tamamen reddediyorlar -Le Monde bu eğilimi “siyasi sebeplerle toplumdan uzaklaşma” olarak tanımlar (75)- ya da yaşlanan Troçkist Jean-Luc Mélenchon’u ya da Fransız popülist milliyetçiliğinin duayeni Marine Le Pen’i benimseyerek (76) siyasi aşırılıklara oy veriyorlar. Benzer şekilde, ABD’de genç seçmenler, 2016 ön seçimlerinde 30 yaşın altındaki insanlardan Donald Trump ve Hillary Clinton’ın toplamından daha fazla oy alan Bernie Sanders (77) gibi ideolojik olarak daha aşırı adayları tercih etme eğilimindeydi. Daha da rahatsız edici olanı, genç Amerikalıların sistemi giderek daha fazla bir şekilde reddetmesi. Siyaset bilimci Yascha Mounk, 2018 tarihli The People vs. Democracy (78) adlı kitabında, yaşlı Amerikalıların üçte ikisinden fazlasına kıyasla, Y kuşağının sadece üçte birinin demokrasiyi benimsemeye devam ettiğini bildirdi.
Trendi tersine çevirebilir miyiz?
Bununla birlikte, bazıları, ortaya çıkan demografik patlamayı umut vadeden bir durum olarak görüyor. Japonya, büyümeden vazgeçebilecek ve bunun yerine manevi veya yaşam kalitesi konularına odaklanabilecek yüksek gelirli ülkeler için bir model olarak ortaya konulmakta. Yazar Fred Pearce, Japonya’nın dünyayı fethetmeyeceğini, ancak hızla yaşlanan ama refah bir nüfusla, Asya’nın İsviçre’si olabileceğini söylüyor. Pearce, nüfus kaybıyla ilgili şöyle yazıyor: “Bu kötü bir şey değil. Bir nefes almaya ihtiyacımız var. Ergen huzursuzluğunu kaybetmiş ve orta yaşa yerleşmiş istikrarlı, bilge bir toplum kulağa hoş geliyor. “
Gençlerin isteklerini göz ardı eden, yaşlı ve bekar insanların çoğunluğu oluşturduğu, bir toplumun zaman içinde nasıl ilerleyebileceğini görmek zor. Bazıları, çocuk yetiştirme yükünün çoğunu ailelerden devlete kaydıran “İskandinav yolunu (79)” benimsemeyi önermektedir. Yine de belki de sorun başka bir yerdedir. Sadece İskandinavya’da değil, aynı zamanda Quebec gibi yerlerde de devlet destekli çocuk bakım sistemlerine sahip yerlerin çoğu, BM verilerine göre nüfus yenilenme oranlarının çok altında kalmıştır ve diğer coğrafyalar gibi, nüfus artışlarının çoğunda göçe güvenmektedir.
Doğum oranları asla 1950’lerin veya 1960’ların seviyelerine ulaşamayabilir ve belki de asla ulaşmamalıdır, ancak hızlı nüfus kaybını tersine çevirmenin veya en azından yavaşlatmanın yollarını düşünmeliyiz. Bu, ekonomik bir kriz olduğu kadar medeniyetsel veya manevi de bir krizdir ve belki de dini olanlar da dahil olmak üzere değerlerde bir değişim gerektirir. Londra’daki Birkbeck Koleji’nde profesör olan Eric Kaufmann’ın, Will the Religious Inherit the Earth? (80) kitabında yazdığı gibi, laik insanlar veya ilerici inançların üyeleri, Evanjelik Hıristiyanlık, ortodoks Yahudilik veya kökten dinci İslam’ın taraftarlarından daha az çocuğa sahiptir. Ve bir Japon profesörün Wall Street Journal’a (81) söylediği gibi, “insanların çalışmaktan ve çocuk yetiştirmekten zevk aldığı bir toplum” olmak istiyorsak, temel tutumların da değişmesi kaçınılmaz olacaktır.
Ekonomi önemli bir rol oynayacak. İnsanlar kendileri ve çocukları için daha iyi bir ekonomik gelecek hayal edebiliyorlarsa çocuk sahibi olma eğilimindedirler. Pew, “ABD’de doğum oranının 2011’de şimdiye kadar kaydedilen en düşük seviyeye indiğini ve Büyük Durgunluğun başlangıcından bu yana, göçmen kadınların doğumlarında yaşanan düşüşe yol açtığını” belirtiyor (82). Gençler için ekonomik gelişmelerin iç karartıcı olduğu ve çocuk yetiştirmenin değersizleştirildiği ve hatta karalandığı bir ortamda doğum oranlarının artması beklenemez.
Nihayetinde, konu kendi insanlık görüşümüze geliyor. Austin Williams’ın da sorduğu gibi, insanlığı “gezegendeki en büyük sorun” olarak mı yoksa “daha iyi bir geleceğin yaratıcısı” olarak mı görüyoruz? Hala, yaşam standartlarını yükseltme, ekonomik büyümeyi teşvik etme ve konut satın alınabilirliğini ve yukarı doğru hareketliliği (83) geri kazanma yeteneğine sahibiz. Bunların hepsi aile oluşumu için çok önemli. Bu, sürdürülebilir bir ekonomik ve sosyal çevre inşa edip etmeyeceğimiz veya Karanlık Çağların demografik ve ekonomik durgunluğuna geri dönüp dönmeyeceğimiz sorusudur.
KAYNAKLAR
1. Global population growth hits lowest rate since 1950
2. World Population Progress 2022
3. Meeting the Sustainable Development Goals Leads to Lower World Population Growth
4. Global population growth hits lowest rate since 1950
5. Population projections in the EU
6. EU records lowest birthrate amid a steady 60-year decline7. Births in England and Wales: 2019
8. World Childless Week9. Russia On Course To Suffer 400,000 More Deaths Than Births In 2020 – OpEd
10. Six Adults and One Child in China
11. Does China actually need more children to replace its declining working-age population?
12. Japan’s New Thinking on Low Birthrate: Don’t Worry, Be Happy
13. U.S. Population Growth Slowing to a Crawl
14. Fertility and Mortality in the United States
15. U.S. Fertility Rate 1950-2022
16. Six Adults and One Child in China
17. Human Capital: How Bangladesh effectively invested in its people by focusing on women’s health
18. Some economic consequences of a declining population
19. Germany Fights Population Drop
20. Numbers of Japanese Elders in Workforce Soar
22. Japan’s Population Problem Is Straining Its Economy. The World Is Watching for a Solution
23. The Rise of Post-Familialism
24. In Spite of Thrifty Image, Germany Races to Raise Pensions
25. Ageing Societies and the Looming Pension Crisis
26. Plan early to have enough money for life
27. America’s Public Pension System Remains Mired in Crisis
29. Low Birth Rates: Causes, Consequences, and Remedies-Becker
30. YOUTH BULGE: Demographic Dividend, Time Bomb, and other Futures
31. China’s working-age population will fall 23% by 2050
32. How Too Many Boys Skew China’s Economy
33. How China’s One-Child Policy Led To Forced Abortions, 30 Million Bachelors
34. It’s never been this hard for companies to find qualified workers
35. The $8.5 Trillion Talent Shortage
36. The Demographic Drought37. Booms, Busts, and Echoes
39. European Union to Impose a Tax on Imported Carbon
41. Migration Is Down, Crime Is Low, but Merkel Is in Trouble
42. Germany Works to Get Migrants Jobs
43. Poll: Majority of Germans reject immigration from outside the EU
44. The Struggle to Reverse a Shrinking Population Hits Some Nations Harder
45. European opinions of the refugee crisis in 5 charts
46. Sweden’s violent reality is undoing a peaceful self-image
47. Immigration
48. Migrants are on the rise around the world
49. Biden’s handling of immigration gets low marks in his own pollster’s survey50. The Rise of Post-Familialism
51. Families With Young Children Led Exodus from Major Cities During COVID
54. Concern over Shanghai having lowest birth rate
55. Conservatives’ Missing Link on Gender Roles
56. The Rise of One-Person Households
57. China proposes teaching masculinity to boys as state is alarmed by changing gender roles
58. Going it alone: Solo dwellers will account for 40% of Japan’s households by 2040, forecast says
59. Losing sex appeal? The future of Hong Kong’s red light districts
60. Earth Needs Fewer People to Beat the Climate Crisis, Scientists Say
61. Population:”Every person added makes TREMENDOUS demands on our planet’s natural environment”
62. 56 Percent of Young People Think Humanity Is Doomed
63. Scientists appeal for global population control
64. Antinatalism
65. Climate change is making people think twice about having children
66. Baby Boomer
67. Home improvements: action to address the housing challenges faced by young people
68. Large shares in many countries are pessimistic about the next generation’s financial future
69. Survey Finds Young Japanese Have More Pessimistic Outlook than Peers in Other Countries
70. The future of wealth in the United States
71. ‘It is devastating’: the millennials who would love to have kids – but can’t afford a family
73. The sad death of Australian home ownership
74. Revealed: the rental trap that aspiring homeowners fall into
75. French legislative elections: Sharp decline in voter turnout highlights a worrying trend
76. RÉSULTATS PRÉSIDENTIELLE: LES 18-34 ANS AURAIENT MIS JEAN-LUC MÉLENCHON AU SECOND TOUR
77. More young people voted for Bernie Sanders than Trump and Clinton combined — by a lot
78. The People vs. Democracy: Why Our Freedom Is in Danger and How to Save It
79. The Myth of Independent American Families
80. Shall the Religious Inherit the Earth?: Demography and Politics in the Twenty-first Century
81. Japan’s New Thinking on Low Birthrate: Don’t Worry, Be Happy
82. U.S. Birth Rate Falls to a Record Low; Decline Is Greatest Among Immigrants
83. Upward Mobility
Yazı orijinalinde Joel Kotkin tarafından kaleme alınmış, Quilette adlı sitede yayınlanmıştır. Buradaki çeviridir.
Hızlı nüfus kaybını tersine çevirmenin veya en azından yavaşlatmanın yollarını düşünmeliyiz.
Beklemediğimiz bir gerçekliğe giriyoruz. Yavaş nüfus artışı ve geleceğimizi derin ve öngörülemeyen yollarla şekillendirecek demografik düşüş çağı. Küresel olarak, geçen yılki toplam nüfus artışı (1) yarım yüzyılın en düşüğüydü. 2050 yılına kadar, yaklaşık 61 ülkede nüfus düşüşü görülmesi beklenirken dünya nüfusunun bu yüzyılın ilerleyen zamanlarında zirveye ulaşması öngörülüyor.
Bu tür uzun vadeli küresel demografik durgunluk Orta Çağ’dan beri görülmedi. Dünya nüfusu yüzyıllardır artıyor, ancak geçen yüzyıl önceki yükselişleri gölgede bıraktı. Dünya nüfus artışının yaklaşık yüzde 75’i son yüz yılda gerçekleşti. 1970’ten bu yana yüzde 50’den fazla bir nüfus artışı oldu. Ancak şimdi, Birleşmiş Milletler’e göre (2), özellikle daha gelişmiş ülkelerde, nüfus artış oranları düşüyor.
Mesele küresel nüfusun ne zaman azalmaya başlayacağı değil. BM’nin uzun vadeli öngörüsüne göre, dünya nüfusu 2086’da zirveye ulaşacak. Kısa vadeli öngörüsüne göreyse, dünya nüfusu zirveyi 2053 yılında görecek. 2100 yılına kadar nüfus bugün olan seviyenin yaklaşık bir milyar altında olacak. Demografi uzmanı Wolfgang Lutz ve meslektaşları, 2050 yılına kadar 8,8 ila 9,0 milyar arasında olan küresel nüfusun, 2100 yılına kadar 8,2 ila 8,7 milyar arasında düşeceğini öngörüyor (3). Tahmin edilen düşüşler, doğurganlık oranlarının yüksek olduğu Sahra Altı Afrika bölgesindeki ülkelerde yoğunlaşmıştır. Bu süreçte, hızla yaşlanan bir gezegende yaşayacağız. 1970 yılında medyan dünya yaşı 21,5 idi. 2020 yılına kadar 30,9’a yükseldi. BM, 2100 yılında dünya yaşının 41,9 olacağını öngörüyor.
Paul Ehrlich’in insanlığın “kendimizi yok oluşunu hazırlayacağına” dair uzun süredir devam eden kehanetini ciddiye almamız gereken zamanı çoktan geride bıraktık. Aksine, azalan bir işgücü, yavaş ekonomik büyüme, genel olarak düşen refah ve bir önceki nesil ile onlardan daha zor durumda olan yeni nesiller arası çatışmayı içeren nüfus azalmasının potansiyel kötü etkileri konusunda endişelenmemiz gerekiyor. Daha zengin ülkelerde görülen düşük doğurganlık oranları, genç nüfusu az zengin ülkeler ile genç nüfusu fazla yoksul ülkeler arasında büyüyen bir çatışmanın habercisidir.
Zengin dünyanın küçülmesi
Avrupa’nın nüfusu 2020’de 744.000 (4) ve geçen yılda 1,4 milyon azaldı. Bu kayıtların tutulmaya başladığı 1950 yılından bu yana herhangi bir kıtadaki en büyük düşüş. Bu azalma, pandemi ile daha da artmasına rağmen uzun süredir devam eden bir modelin hızlanmasıdır. AB’nin nüfusu, nüfus yenileme oranı için gereken 2,1’lik oranın oldukça altında olan doğurganlık hızlarıyla bir nesildir azalıyor. En büyük AB ülkesi olan Almanya’nın 2050 yılına kadar yüzde beş, İtalya’nın ise nüfusunun yüzde 10’unu kaybedeceği tahmin ediliyor. Toplamda 27 ülkeden oluşan Avrupa Birliği, nüfusunun 2022’deki 447 milyon sayısından yüzyılın sonuna kadar 416 milyona düşeceğini öngörüyor (5).
Avrupa doğurganlığı 1960’lardan bu yana büyük ölçüde azaldı (6). Doğum oranı “60 yılın en düşük seviyesi olan 4 milyon doğuma” düştü. Her 1000 kişi için 16,4 bebeğin doğduğu 1970 yılına kıyasla, ham doğum oranı 2020’de 9,1’e düştü. Geçen yıl, İngiltere ve Galler’deki doğum oranı da rekor düzeyde düşük bir seviyeye ulaştı (7) ve 30 yaşın altındaki kadınlar için doğurganlık oranları, kayıtların 1938’de başlamasından bu yana en düşük seviyelerde seyretti. Tüm İngiliz kadınlarının beşte biri (8) orta yaşlarına vardıklarında çocuksuz artık.
En düşük doğurganlık oranlarına, uzun zamandır azalan genç nüfuslarının bir de başka ülkelere göç ile kaybeden Doğu Avrupa ülkelerinde rastlanılıyor. BM tahminlerine göre Ukrayna’nın nüfusu, Rus işgalinin etkisini hesaba katmadan bile, 2022’den 2050’ye kadar yüzde 18 düşecek. Polonya’nın nüfusu ise yüzde 13 düşecek. Rusya da amansız nüfus azalmasıyla (9) karşı karşıya: 2019 yılında (pandemi öncesi), ölümler oradaki doğumlardan yaklaşık yüzde 50 daha yüksekti. BM’ye göre, 2022’de 145 milyon nüfusa sahip Rusya’nın, 2050 yılına kadar 133 milyona düşecek.
Doğurganlık oranlarının düşmesi
Avrupa bu yeni demografik eğilimlerin öncüsüydü, ancak artık bu artık sadece Avrupa ile sınırlı değil. Son birkaç on yılda, doğurganlık Çin (10), Tayvan, Güney Kore, Hong Kong ve Singapur’da da hızla düştü (11). Bugün, hepsinde doğum oranları nüfus yenileme oranlarının altında. Güney Kore’nin doğum oranları o kadar uzun süredir düşüşte ki, ülke 20 yıl içinde silahlı kuvvetler hizmetlerinin mevcut büyüklüğünü yaklaşık yarısına indirmeyi planlıyor.
Belki de en aşırı durum, nüfus artışının 1960’lardan beri yavaşladığı Japonya’dır. Bu modeli tersine çevirmeye çalışmak yerine, Japon yetkililer şimdi çok daha küçük bir nüfusa uyum sağlamak için çalışıyorlar (12). Mevcut eğilim devam ederse, Ulusal Nüfus ve Sosyal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü’ne göre, ada ülkesinin nüfusu 2065 yılına kadar 125 milyondan 90 milyonun altına düşecek ve 2115 yılına kadar ancak 50 milyona düşecek.
Daha yakın zamanlarda, bu demografik düşüş paterni tarihsel açıdan daha refah olan Avustralya, Yeni Zelanda, Kanada ve ABD’ye de yayıldı. Bugün, tüm bu ülkeler nüfus yenileme oranının çok altında. ABD nüfus artış hızı, 2019’da (pandemi öncesi son yıl) yüzde 0,5’e düştü ve bu da en azından 1900’den bu yana en düşük seviyede. Sınırlı sayıdaki mevcut verilere dayanarak, St. Louis Fed, bunun ABD’nin (13) barış zamanı tarihindeki en düşük oran olduğunu söylüyor. 1800’lerin ilk yarısında Amerika Birleşik Devletleri’ndeki beyaz doğurganlık (14) oranının 7.0’den fazla olduğu, ancak 1900 yılına kadar 3.5’in biraz üzerine düştüğü tahmin edilmektedir. 2009’un sonlarına doğru 2.0’ın üzerinde kaldı (15), ancak şimdi nüfus yenileme oranının çok altında.
Bugün, dünya insanlarının çoğunluğu (16), nüfus yenileme seviyesinin çok altında doğurganlık oranları olan ülkelerde yaşamaktadır. BM verilerine göre bu sayı 2050 yılına kadar yüzde 75’e yükselecek. Gelişmekte olan ülkelerdeki temel yeni nüfus kaynakları bile kurumaktadır. Dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan Bangladeş’te, doğurganlık oranı (17) 1970’lerin başında kadın başına 6,9 çocuktan 2020’de 2,0’a düştü. BM’ye göre, 2024 yılına kadar dünyanın en kalabalık ülkesi olması beklenen Hindistan, toplam doğurganlık oranının 2,2’ye düştüğünü gördü.
Ekonomik sonuçlar
Doğum oranlarındaki büyük bir azalma, dünyanın bazı yoksul bölgeleri için iyi olabilir, ancak birçok yüksek gelirli ülke – Almanya (19), İtalya ve Avrupa’nın geri kalanının çoğunun yanı sıra Japonya (20), Güney Kore, Tayvan – demografik geçişin ilk kötü etkilerini zaten yaşıyor.
Genel olarak, ciddi derecede düşük doğum oranlarına sahip ülkeler, Japonya’da (21) yıllardır olduğu gibi, sonunda ekonomik büyümenin düşüşünü yaşayacaktır. Japonya’da yıllarca süren ekonomik durgunlaşma (22), 1990’lardan bu yana azalan ve 2035 yılına kadar üçte bir oranında daha küçük olacak bir iş gücünü yansıtıyor. Çin de benzer bir ikilemle karşı karşıya. 2050 yılına kadar, oradaki yaşlı nüfusun, tarihteki en hızlı demografik değişimlerden biri olacak şekilde (23), üç kattan fazla artması bekleniyor.
İstihdam tabanı küçüldükçe ve yaşlıların talepleri arttıkça, Almanya gibi ülkeler (24) mevcut iş gücüne uygulanan vergileri artırıyor. OECD’ye (25) göre, “aktif bir ekonomik geliri olmayan yaşlı insanların oranı (yani, 65 yaş ve üstü olanların), yüzde 22’den, 2050’de yüzde 46’ya yükselecektir.” Daha yüksek konut maliyetleri göz önüne alındığında, mevcut nesil, Singapur (26) gibi iyi yönetilen ülkelerde bile, emeklilik sonrası yaşam standartlarını korumak için emekli maaşlarına güvenemeyecek.
Amerika Birleşik Devletleri zaten büyük bir kamu emeklilik kriziyle (27) karşı karşıya (28) ve 2035 yılına kadar güvenlik rezerv fonlarının tükenmesi bekleniyor. Diğer ülkelerde olduğu gibi, bu büyük ölçüde düşük doğum oranları nedeniyle iş gücüne yeni girenlerin azalmasından kaynaklanmaktadır. 16 ila 64 yaşları arasındaki ABD nüfus artışı, 1980’lerde yüzde 20’den son on yılda yüzde beşin altına düştü. 1970 yılında, 20 ila 64 yaşları arasındaki her 100 kişi için 65 yaş ve üstü 19.1 kişi vardı. 2020 yılına kadar bu sayı 28,4’e yükseldi ve BM tarafından 2050 yılına kadar 40,4’e ve 2100 yılına kadar 54,1’e yükselmesi öngörülüyor.
Genç dinamizminin kaybı
Bu değişim aynı zamanda ekonomik dinamizmin ana kaynağı olan gençliği yok ediyor. Ekonomist Gary Becker, değişimin gücünün genç işçilerden ve girişimcilerden gelme eğiliminde olduğunu belirtiyor (29). Buna karşılık, emekli maaşlarını korumakla daha fazla ilgilenme eğiliminde olan yaşlı nüfusun artışını, ekonomik büyüme için iyi bir işaret olarak görmüyor.
Birçok ülkede firmalar vasıflı işçileri bulmakta zorlanıyor, bu da maliyetleri artırıyor ve işlerin daha refah ülkelere taşınmasını hızlandırıyor. Tarihsel olarak, genişleyen iş gücü, ekonomik büyümeyi ve yeniliği teşvik etme eğilimindedir. Bu, fazla nüfusunu dünyanın çoğunu sömürgeleştirmeye gönderen erken modern Avrupa için de geçerliydi. BM verileri, Doğu Asya’nın tam da genel doğurganlık oranlarının düşmeye başladığı bir dönemde muazzam bir “gençlik patlamasından (30)” yararlandığını göstermektedir.
Toplam doğurganlık oranı, Çin’in felaketsel düşüşünün (1,77’den 1,15’e) etkisiyle 2010’da 1,69’dan 2022’de 1,18’e düştü. Çin’in çalışma çağındaki nüfusu (31) (15 ila 64 yaş arasındakiler) 2011’de zirveye ulaştı ve 2050 yılına kadar yüzde 23 oranında düşmesi bekleniyor.
Bu düşüş, Çin’in şimdilerde ortaya atılan tek çocuk politikasının (32) etkileriyle daha da şiddetlenecek. Bu durum, çoğu Çinli geleneksel sebeplerle erkek çocukları tercih ettiği için kızlar üzerinde büyük bir dengesizlik (en az 30 milyon) (33) yarattı. 2050 yılına gelindiğinde, Çin’in 15 yaşın altında, şu anda olduğundan 55 milyon daha az insana sahip olması demek, İtalya’nın toplam nüfusuna yaklaşık büyüklükte bir kayıp demek. Aynı zamanda, Çin’in 65 yaş ve üstü yaklaşık 170 milyon daha fazla insanı olacak, bu da yaklaşık olarak dünyanın en kalabalık sekizinci ülkesi Bangladeş’in nüfusuna eşit.
Azalan iş gücünün etkileri Amerika Birleşik Devletleri’nde yaygın olarak görülmektedir. Danışmanlık firması Manpower, iş gücü açığı bildiren firmaların yüzdesinin 2015 ve 2020 yılları arasında iki katından fazla artarak yüzde 70’e ulaştığını belirtiyor (34). COVID, elbette, durumu çarpıcı bir şekilde kötüleştirdi, ancak 2028 yılına kadar Korn Ferry, en az altı milyon işçi açığı olacağını öngörüyor (35). Danışmanlık firması EMSI yakın tarihli bir raporunda “insan kıtlığı zaten geliyordu, 2020’nin yaptığı tek şey bir hızlandırıcı olarak hareket etmekti” diyor (36).”
Yeni demografinin küresel siyasi etkileri
BM, dünyanın önümüzdeki 50 yıl içinde önceki yarım yüzyılın 4,1 milyarına kıyasla 2,7 milyarlık bir büyüme göreceğini tahmin ediyor. Ancak tüm bu büyüme daha az gelişmiş dünyada olacak. Birleşmiş Milletler tahminlerine göre, 2022 ve 2050 yılları arasında dünya nüfus artışının yaklaşık yüzde 55’i, doğurganlık oranlarının hala nispeten yüksek olduğu Sahra altı Afrika’da gerçekleşecek. Takip eden 50 yıl boyunca, nüfuslar başka yerlerde azaldıkça, Sahra altı Afrika’da olan doğurganlık oranın daha da artacağı ileri sürülüyor. Kazançlı bir şekilde istihdam edilmek isteyen insanların gidecek bir yere ya da mal ve hizmet sağlayacak insanlara ihtiyaçları doğmuş oluyor.
Yüksek gelirli ülkelerde iş gücü azaldıkça, gelişmekte olan dünyanın “gençlik patlamasının” bu on yılda zirveye ulaşması bekleniyor (37). Bu işçiler için, yüksek gelirli ekonomilerdeki demografik yavaşlama yıkıcı olabilir (38). Sahra altı Afrika gibi yerlerin ihtiyaç duyduğu şeyleri – yeni enerji kaynakları, büyüyen ihracat pazarları ve sermaye – büyük ölçüde emeklilerini tatmin etmekle ilgilenen durgun ekonomilerden temin etmek kolay olmayacak. Afrika kaynaklı olan ve bazı nadir metalleri de içeren ürünlerin ihracatı için bulunan ana potansiyel pazarlar, Batı ülkeleri ithalatı makinalaşırken ve ithalata karbon vergileri (39) uygularken küçülecek.
Büyük bir ekonomik büyüme olmadan, gelişmiş dünyaya göç, birinin beklentilerini iyileştirmenin tek gerçek umudu olmaya devam ediyor. Göçün, 2050 yılına kadar yılda ortalama 2,2 milyon insanla (40) olması bekleniyor. Ancak, bu durumun ev sahibi ülkelerde güçlü bir tepkiye (41) yol açacağı neredeyse kesin. Tıpkı, Almanya Başbakanı Angela Merkel’in 2015 yılında savaşın harap ettiği Ortadoğu’dan gelen büyük bir mülteci ve göçmen dalgasına kapıları açmasından sonra olduğu gibi. Almanya endüstrisi, en azından başlangıçta, çalışan saflarını doldurmak için yeni gelenleri kucakladı (42), ancak muhalefet (43) daha kısıtlayıcı bir politikayı savundu. Letonya (44), Polonya ve Macaristan gibi ülkeler, doğumlar düşmüş olmasına rağmen, Avrupa dışından gelen göçmenlere daha az misafirperver davranmaya başladı.
Bu Avrupa çapında bir olgu. Hızlı mülteci akınının başlamasından bir yıl sonra, Pew Araştırma Merkezi (45), 10 ülkedeki Avrupalıların yüzde 50’sinin göçmenlerin ülkelerine bir yük getirdiğini düşünürken, ankete katılan hiçbir ülkede insanların yüzde 40’tan fazlasının göçmenlerin ülkelerini yaşamak için daha iyi bir yer haline getirdiğini söylemediğini tespit etti. Yunanlılar arasında, yüzde 63’lük bir kısım göçmenlerin olan durumu daha da kötüleştirdiğini söyledi. İtalyanların yüzde 53’ü bu görüşe katıldı. Vatandaşlarının hoşgörüleriyle gurur duydukları İsveç’te (46) bile, artan suç ve eskiden homojen bir ülkede benzeri deneyimlenmemiş düzeyde toplumsal sürtüşme yaşanması nedeniyle yaygın bir öfke görüldü.
ABD’nin çoğunlukla Asya ve Latin Amerika’dan gelen göçe karşı tutumları (47) da biraz sertleşti. Diğer ülkelerde olduğu gibi, göçmen nüfusun büyüklüğüne ilişkin popüler algı (48), ekonomik koşulları hakkındaki varsayımlar gibi, gerçeklikten oldukça uzaktır. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, şu anda sınırı geçen rekor sayılar, halk arasında güçlü bir muhalefete (49) neden oldu. Ülke iş gücü kıtlığı ile mücadele etse bile, ABD’nin güney komşularıyla göç konusundaki gerginliklerinin önümüzdeki yıllarda artması muhtemeldir.
Ailenin Değer Kaybetmesi – Bireyciliğin Yükselişi
Doğurganlıktaki durağanlık, en iyi ‘ailecilik kavramının değer kaybetmesi’ olarak tanımlanabilecek şeyin yükselişini de yansıtmaktadır. Bu, en çok, sakinleri arasında ailelerin son derece düşük yüzdelere sahip olduğu dünyanın büyük şehirlerinin çoğunda (50) – Pekin, Tokyo, New York, Los Angeles, Boston, San Francisco – belirgindir. Bu model, genç ailelerin büyük şehirlerden göçe öncülük ettiği pandemi sırasında hızlandı (51).
Ancak en büyük sorun, şehir merkezlerinin yönetimlerinin pahalılaşması ve kalabalıklaşmasında yatmaktadır. Dünyanın en kalabalık yüksek gelirli kentsel bölgesi olan Hong Kong’da (52), kadınların üçte ikisi, esas olarak konut fiyatları ve oradaki zorlu yaşam tarzı nedeniyle, ya sadece bir çocuk istiyor ya da hiç çocuk istemiyor. Pekin (53) ve Şanghay (54) gibi büyük Çin şehirleri, dünyadaki en düşük doğurganlık oranına ve nüfus yenileme oranının sadece üçte birine sahip.
Ayrıca, cinsiyet rollerinin, 1950’deki eve ekmek getiren ‘bir’ kişinin olması (55) modelinden daha esnek ve daha az tanımlanmış arketiplere kaymasıyla, bekarlığın (56) giderek daha fazla hüküm sürdüğü bir kulturkampf deneyimi yaşıyoruz. 1960’tan bu yana, Amerika Birleşik Devletleri’nde tek kişilik haneler yüzde 13’ten yüzde 27’ye yükseldi (2019). Avrupa Birliği’nde hanelerin yüzde 35’i tek bir kişiden oluşurken, Finlandiya’da hanelerin yüzde 45’i tek bir kişiden oluşuyor.
Geleneksel olarak aileciliğin kalesi olan ve hızla kentleşen Çin’de, şu anda 200 milyon evli olmayan yetişkin var. Bunların arasında 58 milyonu 20 ila 40 yaşları arasında. Çin’de yalnız yaşayan insanların oranı yüzde 15’e yükseldi. Bu bir zamanlar hayal bile edilemezdi. Çin’in genç erkekleri toplumdan o kadar kopuk durumdalar ki, Komünist Parti ve bazı özel firmalar onlara nasıl “erkeksi davranacaklarını” öğretiyorlar (57).
Modern Asya demografisini anlayabileceğimiz Japonya örneğinde, tek kişilik hanelerin 2040 yılına kadar yüzde 40’a ulaşması bekleniyor (58). Erkeklerin yaklaşık üçte biri 30’lu yaşlarına bakir olarak giriyor ve erkeklerin dörtte biri 50 yaşında evli değil. Bu seks durgunluğu, Hong Kong’un ünlü Wan Chai (59) “Red Light District” bölgesi gibi yerleri bile etkiliyor ve şimdi seks ticareti düştükçe lüks bir hipster alanına dönüştürülüyor.
Yeşil faktör
Hızlanan bir demografik düşüş modeli, bir dizi değişim hedefine mükemmel bir şekilde uyuyor. Birçok iklim bilimcisine (60) göre nüfusta büyük azalmalar bir “zorunluluktur” ve yeşil aktivistler, gelişmekte olan ülkelerde bile ekonomik durgunluğu veya küçülmeyi kucaklarken, genellikle azaltılmış bir nüfusa öncelik verirler (61).
Bu nedenle çevreci gruplar genellikle “çocuksuz” olmayı yüceltir ve gençler gezegenin iyiliği için ebeveynlikten vazgeçmeyi düşünmeye teşvik edilir. Birçok genç insan Dünya’da iç açıcı bir gelecek görmediği için bu, elin eldivene uydurulduğu bir durumu önümüze koyar. Bir ankete göre (62), dünyadaki tüm gençlerin yarısından fazlası, gezegenin iklim değişikliği yüzünden bir felakete mahkum edildiğini düşünüyor. Geleceğe inancı olmayan insanların çocuk sahibi olma olasılığı düşüktür.
Bazı iklim aktivistleri, Çin’in tek çocuk politikasını tüm gezegene yaymayı savunuyor (63). Yine de anti-natalist (64) politikalar, örneğin konut fiyatını yükselterek (yaşam maliyetini artıran) veya ekonomik aktiviteyi ve enerji tüketimini azaltarak (kasıtlı olsun ya da olmasın) daha ince bir şekilde empoze ediliyor. Bu kavram, bazı üst düzey şirketler ve varlıklı elitler tarafından öncelikle benimsenmiştir. Morgan Stanley’deki analistler “çocuk sahibi olmanın”, bireylerin hayatlarında karbon emisyonuyla savaşmak için uygulayabileceği 10 hafifletici maddeden 7 kat daha kötü olduğunu açıklamıştı (65).
Gelecek kuşak çatışması
Isınan iklim, düşük doğum oranlarının tek nedeni – hatta öncelikli çözülmesi gereken nedeni bile – değildir. Genel olarak, Y kuşağı daha büyük bir ekonomik güvensizlik, daha kötü yaşam koşulları ve baby boomerların (66) deneyimlediği fırsatlardan daha azına sahiptir (67). Pew (68) araştırmaları, neredeyse her yüksek gelirli ülkede, anketlerin ebeveynlerin büyük çoğunluğunun çocuklarının finansal geleceği konusunda kötümser olduğunu gösterdiğini söylüyor. Bu oran Japonya’da yüzde 80 ve ABD’de yüzde 70’in üzerinde. Gençler, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Japonya ve Kore’de de dahil olmak üzere benzer duygulara (69) sahipler.
Ebeveynleriyle karşılaştırıldığında, bugün gençlerin önemli varlıkları veya mülkleri olmayan bir geleceğe sahip olma olasılıkları daha yüksektir. Bir Deloitte çalışması (70), Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Y kuşağının (1981-1996 doğumlu) 2030’da ülke servetinin ancak yüzde 16’sını elinde tutacağını ve bu neslin açık ara en geniş yetişkin nesil olacağını öngörüyor. O zamana kadar, 1965 ve 1980 yılları arasında doğan önceki nesil (Gen X) servetin yüzde 31’ini elinde tutarken, 80’li ve 90’lı yaşlarına giren boomerlar hala yüzde 45’ini kontrol edecek.
O zaman umuttan yoksun insanların, biraz daha iyi ekonomik koşullara sahip olanlar arasında bile, evlilikten ve özellikle üremeden kaçınmaları şaşırtıcı değildir. Örneğin, İngiltere’de çocuğu olmayan çoğu insan bir zamanlar çocuk sahibi olmak istedi. İstemsiz çocuksuz kadınlar için bir destek ağı olan Gateway Women’ın kurucusu Jody Day, Guardian’a verdiği demeçte (71), çocuk sahibi olmamanın birincil nedeninin seçim veya kısırlık değil, “öğrenci borçları ve kariyer odağı gibi sistemsel konuların bir sonucu” olduğunu ve bunun aile planlamasını çok ileriye attığını söyledi.
Day ve diğer gözlemciler konutlaşmayı birincil suçlu olarak görüyorlar. Özellikle, ev sahipliğindeki düşüş aile oluşumu ile bağlantılıdır. Amerika Birleşik Devletleri’nde, Urban Institute’a göre (72), Y kuşağının ev sahibi olma oranı baby boomers ve X kuşağından daha az . 25 ila 34 yaşları arasındaki Y kuşağı arasındaki ev sahipliği oranı, baby boomerlara kıyasla yüzde sekiz puan ve aynı yaş grubundaki X kuşağından yüzde 8,4 puan daha düşük. Benzer eğilimler Avustralya (73), İrlanda (74) ve Birleşik Krallık da dahil olmak üzere diğer yüksek gelirli ülkelerde de görülebilir.
Uzun vadede, genç nesiller için pek aydınlık görünmeyen gelecek sadece ekonomiyi etkilemekle kalmayacak, aynı zamanda siyasi geleceğimizi de şekillendirecek etkiye sahip olacak. Ebeveynlerinin sahip olduğu yaşam standardına ulaşamadıkları için, ya toplumu tamamen reddediyorlar -Le Monde bu eğilimi “siyasi sebeplerle toplumdan uzaklaşma” olarak tanımlar (75)- ya da yaşlanan Troçkist Jean-Luc Mélenchon’u ya da Fransız popülist milliyetçiliğinin duayeni Marine Le Pen’i benimseyerek (76) siyasi aşırılıklara oy veriyorlar. Benzer şekilde, ABD’de genç seçmenler, 2016 ön seçimlerinde 30 yaşın altındaki insanlardan Donald Trump ve Hillary Clinton’ın toplamından daha fazla oy alan Bernie Sanders (77) gibi ideolojik olarak daha aşırı adayları tercih etme eğilimindeydi. Daha da rahatsız edici olanı, genç Amerikalıların sistemi giderek daha fazla bir şekilde reddetmesi. Siyaset bilimci Yascha Mounk, 2018 tarihli The People vs. Democracy (78) adlı kitabında, yaşlı Amerikalıların üçte ikisinden fazlasına kıyasla, Y kuşağının sadece üçte birinin demokrasiyi benimsemeye devam ettiğini bildirdi.
Trendi tersine çevirebilir miyiz?
Bununla birlikte, bazıları, ortaya çıkan demografik patlamayı umut vadeden bir durum olarak görüyor. Japonya, büyümeden vazgeçebilecek ve bunun yerine manevi veya yaşam kalitesi konularına odaklanabilecek yüksek gelirli ülkeler için bir model olarak ortaya konulmakta. Yazar Fred Pearce, Japonya’nın dünyayı fethetmeyeceğini, ancak hızla yaşlanan ama refah bir nüfusla, Asya’nın İsviçre’si olabileceğini söylüyor. Pearce, nüfus kaybıyla ilgili şöyle yazıyor: “Bu kötü bir şey değil. Bir nefes almaya ihtiyacımız var. Ergen huzursuzluğunu kaybetmiş ve orta yaşa yerleşmiş istikrarlı, bilge bir toplum kulağa hoş geliyor. “
Gençlerin isteklerini göz ardı eden, yaşlı ve bekar insanların çoğunluğu oluşturduğu, bir toplumun zaman içinde nasıl ilerleyebileceğini görmek zor. Bazıları, çocuk yetiştirme yükünün çoğunu ailelerden devlete kaydıran “İskandinav yolunu (79)” benimsemeyi önermektedir. Yine de belki de sorun başka bir yerdedir. Sadece İskandinavya’da değil, aynı zamanda Quebec gibi yerlerde de devlet destekli çocuk bakım sistemlerine sahip yerlerin çoğu, BM verilerine göre nüfus yenilenme oranlarının çok altında kalmıştır ve diğer coğrafyalar gibi, nüfus artışlarının çoğunda göçe güvenmektedir.
Doğum oranları asla 1950’lerin veya 1960’ların seviyelerine ulaşamayabilir ve belki de asla ulaşmamalıdır, ancak hızlı nüfus kaybını tersine çevirmenin veya en azından yavaşlatmanın yollarını düşünmeliyiz. Bu, ekonomik bir kriz olduğu kadar medeniyetsel veya manevi de bir krizdir ve belki de dini olanlar da dahil olmak üzere değerlerde bir değişim gerektirir. Londra’daki Birkbeck Koleji’nde profesör olan Eric Kaufmann’ın, Will the Religious Inherit the Earth? (80) kitabında yazdığı gibi, laik insanlar veya ilerici inançların üyeleri, Evanjelik Hıristiyanlık, ortodoks Yahudilik veya kökten dinci İslam’ın taraftarlarından daha az çocuğa sahiptir. Ve bir Japon profesörün Wall Street Journal’a (81) söylediği gibi, “insanların çalışmaktan ve çocuk yetiştirmekten zevk aldığı bir toplum” olmak istiyorsak, temel tutumların da değişmesi kaçınılmaz olacaktır.
Ekonomi önemli bir rol oynayacak. İnsanlar kendileri ve çocukları için daha iyi bir ekonomik gelecek hayal edebiliyorlarsa çocuk sahibi olma eğilimindedirler. Pew, “ABD’de doğum oranının 2011’de şimdiye kadar kaydedilen en düşük seviyeye indiğini ve Büyük Durgunluğun başlangıcından bu yana, göçmen kadınların doğumlarında yaşanan düşüşe yol açtığını” belirtiyor (82). Gençler için ekonomik gelişmelerin iç karartıcı olduğu ve çocuk yetiştirmenin değersizleştirildiği ve hatta karalandığı bir ortamda doğum oranlarının artması beklenemez.
Nihayetinde, konu kendi insanlık görüşümüze geliyor. Austin Williams’ın da sorduğu gibi, insanlığı “gezegendeki en büyük sorun” olarak mı yoksa “daha iyi bir geleceğin yaratıcısı” olarak mı görüyoruz? Hala, yaşam standartlarını yükseltme, ekonomik büyümeyi teşvik etme ve konut satın alınabilirliğini ve yukarı doğru hareketliliği (83) geri kazanma yeteneğine sahibiz. Bunların hepsi aile oluşumu için çok önemli. Bu, sürdürülebilir bir ekonomik ve sosyal çevre inşa edip etmeyeceğimiz veya Karanlık Çağların demografik ve ekonomik durgunluğuna geri dönüp dönmeyeceğimiz sorusudur.
KAYNAKLAR
1. Global population growth hits lowest rate since 1950
2. World Population Progress 2022
3. Meeting the Sustainable Development Goals Leads to Lower World Population Growth
4. Global population growth hits lowest rate since 1950
5. Population projections in the EU
6. EU records lowest birthrate amid a steady 60-year decline7. Births in England and Wales: 2019
8. World Childless Week9. Russia On Course To Suffer 400,000 More Deaths Than Births In 2020 – OpEd
10. Six Adults and One Child in China
11. Does China actually need more children to replace its declining working-age population?
12. Japan’s New Thinking on Low Birthrate: Don’t Worry, Be Happy
13. U.S. Population Growth Slowing to a Crawl
14. Fertility and Mortality in the United States
15. U.S. Fertility Rate 1950-2022
16. Six Adults and One Child in China
17. Human Capital: How Bangladesh effectively invested in its people by focusing on women’s health
18. Some economic consequences of a declining population
19. Germany Fights Population Drop
20. Numbers of Japanese Elders in Workforce Soar
21. The Causes of Japan’s Economic Slowdown and Necessary Policies: An Analysis Based on the Japan Industrial Productivity Database 20181
22. Japan’s Population Problem Is Straining Its Economy. The World Is Watching for a Solution
23. The Rise of Post-Familialism
24. In Spite of Thrifty Image, Germany Races to Raise Pensions
25. Ageing Societies and the Looming Pension Crisis
26. Plan early to have enough money for life
27. America’s Public Pension System Remains Mired in Crisis
28. A blinking light ahead: Slowing population growth raises questions about America as a land with unlimited horizons
29. Low Birth Rates: Causes, Consequences, and Remedies-Becker
30. YOUTH BULGE: Demographic Dividend, Time Bomb, and other Futures
31. China’s working-age population will fall 23% by 2050
32. How Too Many Boys Skew China’s Economy
33. How China’s One-Child Policy Led To Forced Abortions, 30 Million Bachelors
34. It’s never been this hard for companies to find qualified workers
35. The $8.5 Trillion Talent Shortage
36. The Demographic Drought37. Booms, Busts, and Echoes
38. Developing countries are facing economic disaster: four ways western nations can support them to shore up the global economy
39. European Union to Impose a Tax on Imported Carbon
40. Booms, Busts, and Echoes
41. Migration Is Down, Crime Is Low, but Merkel Is in Trouble
42. Germany Works to Get Migrants Jobs
43. Poll: Majority of Germans reject immigration from outside the EU
44. The Struggle to Reverse a Shrinking Population Hits Some Nations Harder
45. European opinions of the refugee crisis in 5 charts
46. Sweden’s violent reality is undoing a peaceful self-image
47. Immigration
48. Migrants are on the rise around the world
49. Biden’s handling of immigration gets low marks in his own pollster’s survey50. The Rise of Post-Familialism
51. Families With Young Children Led Exodus from Major Cities During COVID
52. Financial burdens, cramped living quarters and less sex: are these the reasons so many Hong Kong women are undecided about having children?
53. Financial burdens, cramped living quarters and less sex: are these the reasons so many Hong Kong women are undecided about having children?
54. Concern over Shanghai having lowest birth rate
55. Conservatives’ Missing Link on Gender Roles
56. The Rise of One-Person Households
57. China proposes teaching masculinity to boys as state is alarmed by changing gender roles
58. Going it alone: Solo dwellers will account for 40% of Japan’s households by 2040, forecast says
59. Losing sex appeal? The future of Hong Kong’s red light districts
60. Earth Needs Fewer People to Beat the Climate Crisis, Scientists Say
61. Population:”Every person added makes TREMENDOUS demands on our planet’s natural environment”
62. 56 Percent of Young People Think Humanity Is Doomed
63. Scientists appeal for global population control
64. Antinatalism
65. Climate change is making people think twice about having children
66. Baby Boomer
67. Home improvements: action to address the housing challenges faced by young people
68. Large shares in many countries are pessimistic about the next generation’s financial future
69. Survey Finds Young Japanese Have More Pessimistic Outlook than Peers in Other Countries
70. The future of wealth in the United States
71. ‘It is devastating’: the millennials who would love to have kids – but can’t afford a family
72. Millennial Homeownership
73. The sad death of Australian home ownership
74. Revealed: the rental trap that aspiring homeowners fall into
75. French legislative elections: Sharp decline in voter turnout highlights a worrying trend
76. RÉSULTATS PRÉSIDENTIELLE: LES 18-34 ANS AURAIENT MIS JEAN-LUC MÉLENCHON AU SECOND TOUR
77. More young people voted for Bernie Sanders than Trump and Clinton combined — by a lot
78. The People vs. Democracy: Why Our Freedom Is in Danger and How to Save It
79. The Myth of Independent American Families
80. Shall the Religious Inherit the Earth?: Demography and Politics in the Twenty-first Century
81. Japan’s New Thinking on Low Birthrate: Don’t Worry, Be Happy
82. U.S. Birth Rate Falls to a Record Low; Decline Is Greatest Among Immigrants
83. Upward Mobility
Yazı orijinalinde Joel Kotkin tarafından kaleme alınmış, Quilette adlı sitede yayınlanmıştır. Buradaki çeviridir.
Leave a Reply
You must be logged in to post a comment.