Atom Bombası: Macaristan Liseler Arası Bilim Fuarı Projesi

I.

19. yüzyılın sonlarına doğru, Manhattan Projesi’nde çalışan bir grup fizikçi, süper zeki Marslı öncü birliklerinin Budapeşte’ye indiklerini ve yaklaşık bir nesil kaldıklarını, sonrasında dünyanın ihtiyaçlarını karşılamadığına karar verip ortadan kaybolup bir daha da görünmediklerini konu alan trajikomik bir şehir efsanesi çıkardı. Marslı öncü birliklerinin yerel kadınlardan sahip oldukları çocuklar, varlıklarına dair bize kalan tek ipucuydu.

Efsane, tümü 1890 ile 1920 yılları arasında Budapeşte’de doğmuş bir grup Macar süper dahinin, Manhattan Projesi’ni yönetiyor oluşunu açıklıyordu. Birkaç isim sayalım: Manhattan Projesi’nin kurucusu Leo Szilard, hidrojen bombası yaratıcısı Edward Teller, Nobel ödüllü kuantum fizikçisi Eugene Wigner ve John von Neumann ismini taşıyan şeyler listesinin, zat-ı şahanesi John Von Neumann, Manhattan Projesi dehaları arasında yer alıyordu.

Rastlantılar zinciri katlanarak bunun da ötesine öyle bir geçiyor ki Von Neumann, Wigner ve muhtemelen Teller’ın hemen hemen aynı zamanda Budapeşte’nin merkezindeki aynı liseye gitmeleri, bir arkadaşlarının atom bombasının esasen bir liseler arası bilim fuarı projesi olduğu hakkında şaka yapmasına sebep oldu.

Belki de bu konuda şaka yapmamalıyız. Zira, Beethoven, Mozart ve Bach’ın çocukluklarında piyano öğretmenlerinin aynı olduğunu öğrendiğimizi varsayalım; akla ilk gelen ‘ha ha ha, bu ne komik bir tesadüf’ değil, ‘bi saniye ya, bu adam kimdi, diğer herkesin onun yaptığını yapmasını en hızlı şekilde nasıl sağlayabiliriz?’ olurdu.

Sırrın arkasında efsanevi Budapeşte lisesi matematik öğretmeni Laszlo Ratz’ın olduğuna dair bir iddia var. İnsanların lise matematik öğretmenleriyle ilgili efsaneler anlattığını bile bilmiyordum, ama belli ki anlatıyorlar ve bunların çoğunda Laszlo Ratz var. Görünüşe göre lise matematik öğretmenleri için her yıl düzenlenen bir Laszlo Ratz Anma Kongresi ve mesleğe katkılarından dolayı verilen bir Laszlo Ratz madalyasıyla birlikte adına yapılan plaketler ve heykeller de var. Oldukça etkileyici.

Öğretmenlerin genelde fazla bir etkilerinin olmadığı kanısına bir süre önce öğretmenlerle ilgili literatürü inceledikten sonra vardım. Benzer şekilde Freddie deBoer, belirli okulların veya programların öğrencileri üzerinde dönüştürücü etkileri olduğu iddialarının çoğunun, seçim yanlılığının sonucu olduğunu yazıyor.

Diğer yandan, 20. yüzyıl fiziğinin ardındaki beyin gücünün yarısına yakınını ortaya çıkaran bir Macar akademisi ve onlara ilham vermesi için lise matematik öğretmenlerinin bir resmini – kelimenin tam anlamıyla – ofislerinin duvarına asan Nobel ödülüne sahip insanlar var.

Büyük ölçüde mevcut değişkenliğin sebebi ‘öğretmenler’ olarak açıklanmasa bile, belki de o arzulanan müthiş öğretmenlik zirvesine o kadar nadir çıkılmıştır ki, bu istatistiklerde yer almamıştır.

II.

Bu argümanı birkaç kez duydum ve bunun yanlış olduğunu düşünüyorum.

Evet, Ratz’ın iki öğrencisi süper dahi olmaya devam etti. Ama Ratz, diğerleriyle aynı liseye giden ve başka bir süper dahi olan Edward Teller’ın -bildiğim kadarıyla- asla doğrudan öğretmeni olmadı.

Buradan okulun, Ratz’ın kişisel niteliklerine bakmaksızın süper dahiler üretmede iyi olduğunu anlıyoruz. Bunu destekleyen başka bir örnek ise John Harsanyi’nin de aynı okula gidip Ratz’ın öğrencisi olmamasına rağmen Nobel Ödülü kazanması ve matematik alanına önemli katkılarda bulunmasıydı. Dolayısıyla bu okul – Fasori Gymnasium – hem Ratz’ın öğretmeni olduğu hem de Ratz’ın öğretmeni olmadığı öğrenciler için eşit derecede mükemmel görünüyor.

Ayrıca, Fasori Gymnasium, mahallesindeki en iyi lise bile olmayabilirdi. Zira Fasori’den 800 metre uzaklıkta Minta Lisesi vardı ve bu lisenin mezunları arasında da Manhattan Projesi fizikçileri Nicholas Kurti ve Theodore von Karman (von Karman Jet Propulsion Laboratuvarı’nı kurdu), parlak kimyager-filozof Michael Polanyi, ekonomistler Thomas Balogh ve Nicholas Kaldor (Kaldor-Hicks Kriteri ile bilinen) ve bir zamanlar “Matematikçi olmak için Macar olmanıza gerek yok – ama yardımcı oluyor.” diyen Peter Lax da vardı. Teller’in Fasori’ye değil de bu okula gittiğini öne süren bazı çelişkili kaynaklar da var; bildiğim kadarıyla ikisine de gitmiş olabilir. Vurgulayayım, bu insanların çoğu, Marslı öncü birliklerinin varsayımsal olarak Budapeşte’de olduğu 1890-1910 döneminde doğdu.

Dahası var, Gyorgy Caddesi’ne 3 kilometre yürüme mesafesinde olan ve içinde multizilyoner George Soros, Intel’in kurucusu Andrew Grove, BASIC mucidi John Kemeny, önde gelen kanser biyoloğu George Klein, büyük matematikçi George Polya ve Nobel ödüllü fizikçi Dennis Gabor gibi mezunlara sahip olmasıyla övünen Berzsenyi Lisesi, belki de 20. Yüzyılın başlarında Macaristan’daki en iyi lisenin yukarıda bahsedilenlerden biri olmadığını düşündürtüyor.

Fasori Lisesi’nin anlatılan diğer okullardan açıkça daha iyi olmadığı göz önüne alındığında, mükemmelliğin daha yüksek seviyede olmasının sebebi, mükemmel öğretmen ve müdürler değil de, mükemmel bir Macar eğitim kültürü olabilir mi?

İşte bu, tam olarak, Macarların düşünmemizi istedikleri şey! Cultures of Creativity’ye göre:

‘Budapeşte okulları hakkında bu kadar özel olan ne? Belli bir seçkincilik ve rekabet ruhu, öğrencilerinin başarılarını kısmen açıklar. Örneğin, 1894’ten beri her yıl matematik ve fizik yarışmaları düzenlenmektedir. Öğrencilerin aldıkları eğitimler ve bu yarışmalar özel bir pedagojinin ifadesi ve yaratıcılığı teşvik etme çabasıdır. Minta okulunun kurucusu Mor Karman, her şeyin günlük yaşamla ilişkisini göstererek öğretilmesi gerektiğine inanıyordu. Öğrenciler kuralları kitaplardan ezbere öğrenmek yerine, kuralları kendileri formüle etmeye çalışırlardı.’

Daha başka birkaç ayrıntıyla birlikte, “Macar Fenomeni” üzerine bu makale de benzer iddialarda bulunuyor:

‘Eotvos Yarışmaları, matematiğin geniş ölçekte teşvik edilmesi için güçlü bir araçtı ve toplumda matematik kültürünün yaygınlaşmasını motive etmek için kullanıldı. Ayrıca yetenekli gençleri aramak için bir kanal sağladı. 1894 yılından bu yana son sınıf Macar lise öğrencilerine açık olan yarışmalar, matematiğin gelişmesinde önemli rol oynamıştı.’

Peki. Ama bu işi biraz kurcalamak istiyorum. Bu dönemde, Macaristan’da örgün eğitim 10 yaşında başlıyordu. Macar süper dahilerinin en büyüğü olan John von Neumann, on yaşına geldiğinde İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca ve Antik Yunanca’yı çoktan konuşuyordu, integral ve diferansiyel hesabı biliyordu, ve sekiz basamaklı sayıları kafasında çarpabiliyor ve bölebiliyordu. Wikipedia, matematik öğretmeniyle ilk görüşmesinde, matematik öğretmeninin “çocuğun matematiksel yeteneği karşısında çok şaşırdığını ve gözyaşlarına boğulduğunu” belirtiyor. Neumann, potansiyeli örgün eğitimle uyanmış birine benzemiyor. Hatta, öğretmenleri tüm lise yılları boyunca uyumuş olsa bile tarihin en büyük matematikçilerinden biri olacak bir insanın özelliklerini okuduk az önce.

Benzer şekilde, yukarıdaki kitap, holografinin Macar mucidi Dennis Gabor’un “fizik tutkusunu gençliğinde geliştirdiğini, ancak bunu çoğunlukla kendi başına yaptığını” belirtiyor. Biyografisinde, “Budapeşte’deki çocuklukları boyunca Gabor ve erkek kardeşinin, bilimsel dergilerde okudukları deneyleri, ev laboratuvarlarında kendilerinin de sık sık yaptıklarını” yazıyor.

Şimdi de, yine o sıralarda Budapeşte’de doğmuş parlak bir matematikçi olan Paul Erdos‘u düşünelim. Wikipedia sayfasına göre, “Ebeveynlerinin evlerinde bıraktıkları matematik metinlerini okumayı kendi kendine öğrendi. Dört yaşında, bir kişinin yaşı verildiğinde, onun kaç saniye yaşadığını kafasından hesaplayabilirdi.’’

Macaristan’ın mükemmel eğitim sisteminin bu duruma katkıda bulunmadığına dair kesin bir kanıtım yok. Belki de Macaristan pek çok dahi çocuğun tükenmemesini sağlamakta benzeri daha önce pek görülmemiş şekilde iyiydi. Kesin olan ise birlikte çalıştıkları birçok deha çocuğun olması.

Yani, şimdi ne oluyor? Manhattan Projesi’nin 20. yüzyılın başlarında Budapeşte’de süper zeki bir Marslı öncü kuvveti olduğuna dair fikir birliğini kabul etmeli miyiz?

III.

İşte şimdi sizlere ilginç bir detay: Yukarıda bahsettiğim her bir kişi Yahudi kökenli. Her biri.

Bu, zamanı gelince size sunmak için, sadece Yahudi-Macarları seçtiğim akıllıca kurgulanmış bir liste değil. Bulabildiğim tüm ilginç Macarları seçtim, sonra geri dönüp kontrol ettim ve her biri Yahudiydi.Dolayısıyla, Macar eğitim sisteminin mükemmelliğini farklı bir şekilde ele almamızı sağlayan başka bir bulgu var: Macar okulları sihirlerini Yahudi olmayanlar üzerinde uygulamakta tamamen başarısız oldular. “Elitizm ve rekabet ruhu” ve “yaratıcılığı teşvik etme çabası” hakkında istediğiniz argümanı sunabilirsiniz, ancak bir nedenden ötürü bu, Macaristan’ın birçok etnik grupları arasında tam olarak sadece birinde işe yaradı.

Bu durum, sorumu, entelektüel başarılarının arkasındaki sebepleri bulmaya çalıştığım Macarlardan haklarında daha kolay bilgi edinebileceğim Yahudilere indirgedi.

“Daha kolay” diyorum çünkü Cochran, Hardy ve Harpending’in cevabını gerçekten ikna edici buluyorum. Makaleleri ‘A Natural History of Ashkenazi Intelligence’ (“Ashkenaz”, Doğu Avrupa Yahudisi anlamına gelir) olarak adlandırılıyor ve konuya oranlamalarla başlıyorlar:

Aşkenaz Yahudileri, hakkında güvenilir veri bulunan herhangi bir etnik grup arasında en yüksek ortalama IQ’ya sahipler. IQ 112 – 115’e karşılık gelen genel Avrupa ortalamasının 0,75 ila 1,0 standart sapma üzerinde puan alırlar. Bu gerçeğin sosyal önemi vardır, çünkü IQ (IQ testleri ile ölçülmüş olan) akademik konularda ve çoğu işte başarımızın en iyi göstergesidir. Aşkenazi Yahudileri, test edilmiş IQ’larının gösterdiği kadar başarılıdır ve en yüksek bilişsel taleplere sahip mesleklerde ve alanlarda büyük ölçüde temsil edilirler. 20. yüzyılda, ABD nüfusunun yaklaşık %3’ünü oluşturuyorlardı, ancak ABD Nobel bilim ödüllerinin %27’sini ve [bilgisayar bilimlerinde] Turing Ödülleri’nin %25’ini kazandılar. Dünya satranç şampiyonlarının yarısından fazlasını Aşkenaz yahudileri oluşturuyorlar.

Bu, maddi bir ayrıcalıktan dolayı kaynaklanıyor gibi görünmüyor çünkü Aşkenaz Yahudileri zulme uğradıkları ülkelerde bile sıklıkla başarılı oldular. Bu direkt olarak Yahudi kültürüyle de alakalı değil çünkü dünyanın diğer bölgelerinden gelen Yahudiler böyle bir başarı göstermiyor. Yani, ne oluyor?

Doktorlar, Aşkenaz Yahudilerinin çeşitli genetik hastalıklara karşı eşsiz bir şekilde duyarlı olduklarını uzun zamandır belirtmişlerdir. Örneğin, Gaucher hastalığına yakalanma olasılıkları yaklaşık yüz kat, Tay-Sachs hastalığına yakalanma olasılıkları yüz kat, torsiyon distonisi vb. olma olasılıkları on kat daha fazladır. Bu popülasyonda genetik hastalıklar o kadar yaygındır ki, resmi tavsiye, tüm Aşkenaz Yahudi çiftlerinin evlenmeden önce genetik hastalık taraması yaptırmasıdır. Ben Aşkenaz Yahudisiyim, taramadan geçtim ve Riley-Day sendromu taşıyıcısı olduğum ortaya çıktı – bu sendrom Aşkenaz Yahudilerinde herkeste olduğundan üç yüz kat daha yaygın.

Evrim genellikle genetik hastalıklardan oldukça hızlı bir şekilde kurtulur. Etrafta kalıyorlarsa, bunun nedeni bir işe yaramalarıdır. Yaygın bir patern “heterozigot avantajı“dır – genin ikilenmesi bir hastalığa neden olur, ancak bir kopya iyi bir şeye yol açar. Örneğin, orak hücre geninin iki kopyasına sahip kişilerde orak hücre anemisi görülürken, bir kopyası olan kişilerde sıtmaya karşı bir miktar koruma sağlanır. Bu nedenle sıtmanın nispeten yaygın olduğu Afrika kökenli insanlarda yüksek oranlarda orak hücre geni ve buna bağlı olarak yüksek oranlarda orak hücre anemisi vardır – sıtmadan korunmak için orak hücre artışına değer -. Sıtmanın nispeten nadir olduğu diğer yerlerde ise evrim orak hücre genini ortadan kaldırır – orak hücre artışına gerek yoktur -. Bu nedenle orak hücre, ABD’li siyahlarda ABD’li beyazlardan yaklaşık yüz kat daha yaygındır.

Basitleştirerek ifade edeyim: eğer taşıyıcılara bir avantaj sağlıyorlarsa popülasyonlar genetik hastalıklara sahip olabilir. Ve eğer bu genetik hastalıklar tek bir grupla sınırlıysa, diğerleri için değil fakat, o grup için bir fayda sağlamalarını bekleriz. Yahudilerin genetik hastalıkları bazı avantajlar sağlayabilir mi? Ve bu avantaj neden Yahudilerle sınırlı olsun?

Yahudi genetik hastalıklarının çoğu iki biyolojik sistemde kümelenir: Sfingolipid sistemi ve DNA onarım sistemi. Bu kümeleme, iki sistemin de öyle rastgele bir araya gelen bir şey olmadığı izlenimini veriyor. Özel bir şey yapıyorlar. Bu sistemlerin her ikisi de sinirsel büyüme ve sinirsel dallanma ile ilgili. Bu durumda, bu sistemlerin beyne bir etkileri olabilir mi?

Aşkenaz genetik hastalıklarından biri olan Gaucher hastalığının IQ’yu artırdığı görülüyor. CHH, İsrail’deki tüm Gaucher hastalarının bir listesini aldı. Hastalığın, bilim adamı veya mühendis gibi yüksek IQ’lu mesleklerde bulunma olasılığı, İsrail ortalamasından yaklaşık 15 kat daha fazlaydı; CHH’ye göre bunun bir tesadüf olma olasılığı 4×10^-19’du. Başka bir Aşkenaz genetik hastalığı olan torsiyon distonisi de benzer bir patern gösteriyor. CHH, literatürde, doktorların torsiyon distonisi hastalarında görülen olağandışı zeka seviyeleri hakkında yorum yaptığı on rapor buldu. Eldridge, Harlan, Cooper ve Riklan, 14 torsiyon distonisi hastasını test etti ve ortalama IQ’yu 121 buldu; benzer başka bir çalışmada ortalama 117 bulundu. Torsiyon distonisi oldukça korkunç, ancak buna yakalananlar en azından  zeki olmakla ödüllendirilecekler.

Tıptan tarihe geçerken, Aşkenaz Yahudilerinin milenyumun büyük bir bölümünde zulüm gördüğünü ve bu zulmün özel biçiminin, onlara açık olan ana kariyer fırsatları bankacı, tüccar ve doktor gibi meslekler olana kadar çeşitli işlerden alıkoyulmak olduğunu görüyoruz. CHH şöyle yazıyor:

800 ila 900 yıl boyunca, yaklaşık olarak MS 800’den MS 1650 veya 1700’e kadar, Aşkenaz Yahudilerinin büyük çoğunluğunun idari ve mali işleri, yüksek karmaşıklıktaki işleri vardı ve ne çiftçi ne de zanaatkardı. Bu bakımdan, hakkında bilgi sahibi olduğumuz diğer yerleşik halklardan farklıydılar.

Ve devam ediyor:

Bu işlerde özellikle iyi olan Yahudiler, artan üreme başarısının da tadını çıkardılar. Weinryb (1972, ayrıca bkz. Hundert 1992) şu yorumda bulunuyor: “Daha az varlıklı ailelere göre varlıklı ailelerde daha fazla çocuk yetişkinliğe kadar hayatta kaldı. Genel olarak daha varlıklı sınıflara ait olan iş dünyası liderlerinin, önde gelen hahamların, topluluk liderlerinin ve benzerlerinin bir dizi soy kütüğü, bu tür insanların genellikle yetişkinliğe ulaşan dört, altı, hatta bazen sekiz veya dokuz çocuğu olduğunu göstermektedir. Öte yandan, daha yoksul ailelerin küçük olma eğiliminde olduğuna dair bazı göstergeler de var… örnek olarak, Brody kasabasında 1764’te yapılan bir nüfus sayımında, ev sahibi hanelerde yetişkin üye başına 1,2, kiracı hanelerde ise 0,6 çocuk vardı.

Şimdi teoriyi tam olarak çizmeye başlayabiliriz. Zulüm nedeniyle Yahudiler, bankacı veya tüccar gibi bilişsel olarak zorlayıcı mesleklere itildi ve batmaya veya yüzmeye zorlandı. Entelektüel olarak meydan okumaya hazır olan yüzenlerin, batanlardan daha fazla çocuğu vardı ve bu da zeka açısından, üreme başarısını arttıran bir neden olarak diğer etnik gruplarda olanlardan daha fazla evrimsel bir baskıya sebep oldu. Sıtma direnci için evrimsel baskı yaşayan Afrikalıların orak hücre genini geliştirmesi gibi, zeka açısından evrimsel baskı yaşayan Aşkenazlarda heterozigotların IQ’sunu artıran ancak homozigotlarda ciddi genetik hastalıklara neden olan bir grup gen geliştirdi. Sonuç olarak Aşkenaz, Avrupa nüfusunun geri kalanından biraz daha zeki ve genetik hastalıklara daha yatkın hale geldi.

Eğer doğruysa, bu Nobel Ödülleri sahiplerinin %27’sinin ve dünya satranç şampiyonlarının %50’sinin Aşkenazlardan olmasını açıklar. Ama yine de sormak gerekiyor – her yerde Yahudiler vardı. Neden özellikle Macaristan? 1900’lerin başında Budapeşte’yi bu kadar özel yapan neydi?

IV.

Tamam, elbette, her yerde Yahudiler vardı. Ancak 1900’lerin başlarında Macaristan’daki Yahudi sayısı şaşırtıcı.

Modern ABD’nin yaklaşık %2 Yahudidir. 1900’de Macaristan’da %5 civarındaydı. Amerika’nın  Yahudi yoğunluğu en fazla olan şehri  New York’un yaklaşık %15 Yahudi’dir. 1900’de Budapeşte’de bu oran %25 idi. Budapeşte, sadece İsrail’in kendisi hariç, tarihte herhangi bir yerde, en büyük Yahudi şehirlerinden biriydi. Wikipedia’ya göre, şehrin 19. yüzyılın sonlarındaki takma adı “Yudapeşte” idi.

Öyleyse, tüm Yahudilerin Nobel Ödülü kazanması, ve Macaristan’da daha fazla Yahudi var diye orada Nobel sahiplerinin daha fazla olması mümkün mü?

Hayır. Bu doğru görünmüyor. 1933’te ülkeye göre Avrupa Yahudi nüfusu sitesi, her ülkede bulunan Yahudi toplulukları için aşağıdaki sayıları listeler:

Polonya: 3 milyon

Rusya: 2.5 milyon

Romanya: 750.000

Almanya: 500.000

Macaristan: 500.000

İngiltere: 300.000

Fransa: 250.000

Avusturya: 200.000

Tüm ünlü Manhattan Projesi fizikçilerinin iyi bir listesini bulmak zor, ancak bu makaleden menşe ülke başına aşağıdaki sayıda ünlü Yahudi Manhattan Projesi fizikçisini buldum:

Macaristan: 4

Almanya: 2

Polonya: 2

Avusturya: 2

İtalya: 1

Hollanda: 1

İsviçre: 1

İşte aynı şekilde ayrılmış, “ünlü” tanımına sahip başka bir kaynak:

Almanya: 5

Macaristan: 4

Polonya: 3

İtalya: 2

Avusturya: 2

Ana nokta, Macaristan ve Almanya gibi Orta Avrupa ülkelerinde, Polonya ve Rusya gibi Doğu Avrupa ülkelerine veya Fransa ve İngiltere gibi Batı Avrupa ülkelerine kıyasla orantısız bir şekilde daha fazla fizikçiye sahip olduğu görülüyor.

Orta Avrupa’nın Batı Avrupa’ya göre avantajı şaşırtıcı değil; Batı Avrupa Yahudileri muhtemelen Aşkenaz değildi ve bu nedenle yukarıda CHH belgesinde bahsedilen avantajlara sahip değillerdi. Fakat Orta Avrupa Yahudilerinin Polonyalı ve Rus Yahudilerinden daha zeki olduğunu düşünmek için herhangi bir sebep var mı?

Bu konuda ne düşüneceğimden gerçekten emin değilim. Bu makale, sfingolipidozların ve diğer Yahudi genetik hastalıklarının Orta Avrupa Yahudilerinde Doğu Avrupa Yahudilerine göre yaklaşık iki kat daha yaygın olduğunu gösteriyor, ancak bu sonuçlara pek güvenmiyorum. Yahudiler arasındaki söylentiler, Litvanyalıların dünya Yahudileri arasında en zeki Yahudi grubu olduğu yönünde, ancak Macarlar hakkında benzer bir söylenti yok. Ve belki de en açık şekilde IQ bağlantılı hastalık olan torsiyon distonisi Litvanyalılara özgüdür ve Macarlarda yoktur.

Muhtemelen, sadece sosyal durumun bariz gerçeklerine odaklanmak daha akıllıca. 1900’lerin başlarında Macaristan büyük bir ulus ve refah bir öğrenim merkeziydi. Unutmayın, zamanın en sanayileşmiş ve dinamik ekonomilerinden biri olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun çağından bahsediyoruz. Avusturya-Macaristan, o dönem, Polonya, Romanya ve Rusya’nın sahip olmadığı avantajlara sahip olabilir. Kişi başına düşen tarihsel ulusal GSYİH listem, 1900’lerde Macar ve Polonya GSYİH’leri arasındaki farktan pek etkilenmedi, ancak belki yanlıştır veya belki Budapeşte, Macaristan’ın özellikle modern bir parçasıydı veya belki de gözden kaçırdığım başka bir şey vardır.

Ayrıca, bu ülkelerdeki Yahudilerin konumunda bir fark olabilirdi. Rusya, 1900’de hâlâ sık sık Yahudi karşıtı pogromlar yaşıyordu; Macaristan’da Yahudiler ülkenin en soylu aileleri arasındaydı. Aslında, Macaristan’daki Yahudi zenginliğinin ve etkisinin boyutu, inanılması güç bir biçimde çok yüksek. Wikipedia’ya göre 1920’de Yahudiler, Macar doktorların %60’ı, avukatların %50’si, mühendis ve kimyagerlerin %40’ı ve döviz komisyoncularının ve borsa üyelerinin %90’ını oluşturuyordu. “İki savaş arası Macaristan’da, Macar endüstrisinin yarısından fazlası ve belki de yüzde 90’ı, birbiriyle yakından ilişkili birkaç Yahudi bankacı aileye aitti ya da işletiliyordu.”

Dolayısıyla Orta Avrupa Yahudileri -Macaristan ve Almanya’daki Yahudiler- entelektüel ve finansal avantajların benzersiz bir bileşimine sahipti. Bu, Macaristan’ın buradaki tek gerçek rakibinin Almanya olduğu anlamına geliyor. 20. yüzyılın başlarında zengin, sanayileşmiş ve Yahudi hakları konusunda oldukça liberal oldukları için – ve Macaristan kadar çok Yahudiye sahip oldukları için – aynı fenomeni orada da görmeyi beklemeliyiz.

Ve aslında görüyoruz da. Almanya kendi payına düşen Yahudi dahilerini üretti. Hans Bethe, Manhattan Projesi için çalıştı ve Nobel Ödülü kazandı. Max Born, kuantum mekaniğinin geliştirilmesine yardımcı oldu ve aynı zamanda o da Nobel Ödülü’nü kazandı. James Franck, daha fazla kuantum fiziği, bir diğer Nobel Ödülü. Otto Stern, daha da fazla kuantum fiziği, bir başka Nobel Ödülü. John Polanyi, kimyasal kinetik, Nobel Ödülü (yarı Macar). Ve elbette, o Einstein‘ı da unutmamalıyız. Bütün bu insanlar, 1880 – 1920 arası, Macaristan’daki Marslılarla aynı zaman diliminde doğdular.

Bence olan biten şu: Almanya ve Macaristan’da aşağı yukarı aynı Yahudi nüfusu vardı. Ve ikisinin de aynı dönemlerde neredeyse aynı sayıda dahi fizikçi yetiştirme fırsatları oldu. Ama biz Almanya’yı büyük  zengin bir ülke, Macaristan’ı da küçük  fakir bir ülke olarak düşünüyoruz. Ve Alman Yahudileri bir dizi farklı şehre dağılmışken, Macar Yahudileri Budapeşte’ye tıkılmıştı. Dolayısıyla, “1900’lerin başında X Nobel Ödülü kazanan Alman fizikçiler vardı” dediğimizde, bu çok büyük bir etki yaratmıyor. Ancak “1900’lerin başında Budapeşte’den Nobel Ödülü kazanan X fizikçi vardı” ifadesini duyduğumuzda, kulağa biraz şok edici geliyor. Ama esas payda Almanların Macarlara karşı sayısından ziyade, Alman Yahudilerinin Macar Yahudilere karşı sayısıdır, ki bu da aşağı yukarı aynıdır.

V.

Geriye hala bir soru kalıyor: neden 1880 ila 1920 dönemi?

Daha fazla düşünüldüğünde, bu da bir gizem değil. Doğu Avrupa’daki Yahudilerin kurtuluşu, 19. yüzyıl boyunca gerçekleşen zor bir süreçti. Bu gerçekleştiğinde bile Yahudilerin ilk neslinin çocuklarının pahalı okullara gidebilecek ve hayatlarını fizik ve kimya gibi pratik olmayan konularda geçirebilecek kadar zenginleşmesi biraz zaman aldı. Doğu Avrupa’nın çoğunda, 1880 civarında doğan Yahudiler, istediklerinin peşinden gitmekte ve dünyada kendi yerlerini aramakta özgür olan ilk nesildi.

1920 civarı daha iç karartıcı tabii: Bu saatten sonra doğan herhangi bir Yahudi muhtemelen Nazilerden kaçacak yaşta değildi. Ünlü Macar Yahudilerinin neredeyse tamamı Avrupa’da fizik profesörü oldular, İkinci Dünya Savaşı sırasında ünlü fizikçilere açık kanalları kullanarak Amerika’ya kaçtılar ve başarılarının çoğuna Atlantik’in bu yakasında ulaştılar. 1920’den sonra doğup hayatta kalan birkaç kişi var – George Soros’un ailesi, Hristiyan olduklarını belirten kimlik belgeleri satın aldıkları için hayatta kalabildi; Andrew Grove yaşadı çünkü o, uluslararası dürüstler tarafından saklandı. Ancak genel olarak 1920’den sonra Avrupa’da doğan Yahudilerin büyük bir yaşam süresi yoktu.

Bütün bunlar, Mars fenomeninin oldukça makul bir açıklamasını sunuyor. Cochran, Hardy ve Harpending’in öne sürdüğü nedenlerle Aşkenaz Yahudileri çok yüksek zeka potansiyeline sahipti. Çoğunlukla çok fakirdiler ve zekalarından faydalanamayacak kadar ayrımcılığa uğradılar. 1880 civarında, bu Almanya, Avusturya ve Macaristan gibi birkaç gelişmiş Orta Avrupa ekonomisinde değişti. Avusturya’da çok Yahudi yoktu. Almanya’da çok sayıda Yahudi vardı, ama büyük bir ülkeydi, bu yüzden kimse fark etmedi. Macaristan’da çok sayıda Yahudi vardı, hepsi Budapeşte’de yoğunlaşmıştı ve bu yüzden Budapeşte’den herkesin aynı zamanlarda Nobel Ödülü kazanmaya başlaması gerçekten şaşırtıcıydı. Bu, İkinci Dünya Savaşı’na kadar devam etti ve sonra herkesin hatırladığı tek şey “Hey, 1880 ile 1920 yılları arasında Budapeşte’de bu kadar çok akıllı insanın doğması komik değil mi yahu?” oldu.

Ve bu hikaye gerçekten çok hem de çok kasvetli.

Yüzyıllar boyunca Avrupa, potansiyel dahilerin bu büyük kullanılmayan kaynağına hakimdi. 1880 civarında, yalnızca birkaç ülkede, potansiyelin açığa çıkması için ekonomik ve politik koşullar nihayet olgunlaştı. Sonuç, bize izafiyet, kuantum mekaniği, nükleer bombalar, göz kamaştırıcı yeni matematiksel sistemler, dijital hesaplamanın temelleri ve anlıyormuş gibi bile yapmadığım diğer çeşitli karmaşık fikirleri getiren, bilim tarihindeki en büyük ilerleme hamlelerinden biriydi. Bu ilerleme yaklaşık bir nesil boyu sürdü, ta ki bıyıklı aptal bir psikopat olaya karışan herkesi öldürene kadar.

Bu sıralarda Orta Avrupa’da çılgınca akıllı olan insanların sadece Yahudiler olduğunu kesinlikle iddia edemem. Bu Bohr, Schrödinger, Planck, Curie vb.’nin dönemiydi. Ama bir yanım burada bile merak ediyor. Bir kasabada bir fizikçiniz varsa, bir koltuğa oturur ve düşünür. Bir kasabada beş fizikçiniz varsa buluşup konuşurlar ve teorileriyle birbirlerine yardımcı olmaya çalışırlar. Bir kasabada elli fizikçiniz varsa, fon alabilir ve bir üniversite bölümü açabilirler. Yüz tane varsa, belki bazıları öğretmenlik veya yönetime gidebilir ve diğerlerini desteklemeye yardımcı olabilir. Bu dönemde Orta Avrupa’da bu kalabalık yetenek nüfusuna sahip olmak, hem Yahudilere hem de Yahudi olmayanlara yardımcı olabilirdi.

Bunu merak ediyorum çünkü fizik hakkında benden daha çok şey bilen insanlardan, artık John von Neumann veya Leo Szilard gibi insanları anlamadığımıza dair çok fazla görüş duyuyorum. 20. yüzyılın başlarında, özellikle Orta Avrupa’da ve ABD’ne giden Orta Avrupa göçmenlerinde artık gerçekten eşleşemeyeceğimiz  garip büyülü bir üretkenlik vardı. Bu sadece bir sayı oyunu olamaz – Aşkenaz nüfusu Holokost’tan bu yana büyük ölçüde toparlandı ve dünyanın her yerinden insanlar Amerikan ve Avrupa üniversitelerinde eğitim almaya başladı ve bu her zamankinden çok yeteneğe sahip olma şansını sağlıyor. Ve ölçmek imkansız olsa da, hala yeterli olmadığı hissi var.

Çözüldükçe daha da ilginçleşen, ilginç bir durumdan yola çıkarak bu özel araştırmama başladım çünkü bir arkadaşım 20. yüzyılın başlarında Macaristan’ın ne kadar büyülü olduğunu açıklamaya davet etti. Sanırım yukarıdaki Yahudi nüfus hesaplamaları hikayenin çoğunu açıklıyor. Eksik bir bileşen olup olmadığından veya varsa ne olabileceğinden emin değilim. Belki de gerçekten daha iyi bir eğitimdi. Belki de gerçekten matematik yarışmaları ve yetenek arayışlarıydı.

Ya da Dünyalı fetişi olan süper zeki Marslı öncü birliklerdi.


*Bu yazının orijinali Star Slate Codex sitesinde yayınlanmıştır.


Posted

in

Tags: