Zenginleri öldürürken

“Bira 59 kron” dedi, sarı saçlarını arkadan iki tarafa örgü yapmış barmen kız.

Kırışmış üç adet 20’lik bıraktım barın üzerine. Banknotları görür görmez kasadan 1 kron çıkardı. Bozukluğu bana doğru uzatmasına fırsat vermeden elimle ‘üstü kalsın’ işareti yapınca aniden topuğunun üzerinde yarım döndü ve üzerinde ‘bahşiş’ yazan minik kovaya sallayıverdi madeni tekliği. Son derece sıradan olan bu sahneyi bütün dikkati ile izleyen yaşlı bir ayyaş, üzerine oturduğu bar taburesini hevesle kaydırarak yanıma sokuldu ve yavaşça kulağıma eğildi:

“Fiyatların böyle 9’lu olması Yahudilerin icadı”

Eski ortağımın akademisyen eşi, götürdüğü projelerine üniversitenin para ayırmamasından yana dertli. İsveç’in kültür elitinin Yahudilerden oluştuğunu söylüyor. Mahallemizin sürekli Bask şapkası ile dolaşan kanser hastası ihtiyar ressamı ise ticaretle uğraşıp aynı anda Peugeot araba kullananlara asla güvenmiyor. Peugeot, Yahudi Mercedesi imiş.

İşte Avrupa’da bugün bile antisemitizm böyle köşeyi döndüğünüzde burnunuza sıkı bir tane çakacakmış gibi sizi bekler. Daima. Tamam, alışmamak lazım ama… Alışıyorsunuz. Yapacak bir şey yok. Yahudi düşmanlığı, Batı kültürünün temel yapı taşlarından biri. Bu düşmanlık o kadar yer etmiş ki, Dante’nin Infernosu’ndan Şekspir’in Venedik Taciri’ne kadar Yahudi, hep belli şekillerde, belli meslekleri icra ederken ve belli bir karakterle tasvir edilir. Bunu görürsünüz.

Marx’ın hem de henüz 1843’de işaret ettiği büyük Yahudi problemine çözüm getireceklerini söyleyen Naziler, 6 milyon Yahudi’yi katletti. Hitler’in bu büyük soykırıma başlayabilmesi için elinde yeteri kadar propaganda malzemesi vardı. Yahudiler Almanya nüfusunun yüzde 1’ini oluşturuyordu ama avukatların yüzde 16’sı Yahudi idi. Ortalama bir Yahudi’nin geliri ortalama bir Alman’ın gelirinden üç kat fazlaydı. Yahudiler tütün ticaretini de ellerinde tutuyorlardı. Bu, onları Alman ırkını zehirlemekle suçlamak için eşsiz bir fırsat sunuyordu Nazilere.

SADECE YAHUDİLER Mİ?

“Bu çocuklar için soykırımda aktif rol almak başlarına gelmiş en iyi şeydi. Bir yerlerden gelen kutsanmış bir onayla, toplumda sınıfsal düşman olarak gördüklerinden intikam almaları için işaret verilmişti. Şimdi çalabilirlerdi, öldürebilirlerdi, tecavüz edebilirlerdi, sarhoş olabilirlerdi. Hem de bedelini ödemeden.”

Afrika tarihi üzerine uzman Gerard Prunier, Ruanda’da sokak çocukları, işsizler ve evsizler tarafından başlatılan soykırımı bu cümlelerle anlatmıştı. 94 Nisanı’ndaki soykırımı benzersiz kılan, devletin düzenli kolluk kuvvetlerinden çok halkın büyük bir çoğunluğunun aktif olarak katılarak birkaç hafta içinde 1 milyon kişiyi katletmesiydi. Katledenler çoğunluk olan Hutular, katledilenler ise azınlık olan Tutsilerdi.

Soykırıma uğrayan Tutsilerin toplumda biraz daha hali vakti yerinde ve eğitimli kesime mensup olmaları sürpriz olmamalı. Tarih boyunca acımasız ve büyük çaplı katliamlarda tekrarlanarak önümüze gelen bir olgu bu. İntikam almanın ve sözde adaleti sağlamanın yanında el koyma, gasp ve talan etme fırsatı da çıkıyorsa, şiddetin katlanarak çoğaldığını ve toplumun geniş kesiminden destek alabildiğini görüyoruz.

“Korkudan sinmiş Çinliler dövülüp linç edilirken onların dükkanlarından yağmaladıkları malları birbirlerine gösterip karşılaştıran fakir mahalle kadınlarının kahkahaları caddeleri dolduruyordu, ortalık Noel zamanı gibiydi”

diye anlatıyor bir Endonezyalı kadın örneğin. Diktatör Suharto 98’de devrildiği zaman 5 bin Çinlinin ev ve dükkanları yakıldı, yıkıldı, yağmalandı Müslümanlar tarafından. Yüzlerce kadına tecavüz edildi, binlerce kişi öldürüldü. Yine de Asya’nın tarihinde Çinli azınlıklara neler yapıldığını düşünürsek, bu kan lekesi küçük ve soluk bile kalır.

Endonezya, Vietnam ve Filipinler daima Çinli azınlıkları barındırdılar. O Çinliler ki, yaşadıkları yerlerde ticarette hep büyük pay sahibi oldular ve halkın çoğunluğunun nefretini topladılar. Daha 1600’lerde İspanyollar Filipinler’de 23 bin Çinliyi kesti, mallarına el koydu. Kısa süre sonra İspanyollar yiyecek yemek, ayaklarına giyecek ayakkabı bulamayınca belki pişman olmuşlardı. Ama iş işten geçmişti.

Endonezya, bugün hâlâ yüksek oranlarda seyreden ve bir türlü aşağıya çekilemeyen işsizlik ile boğuşuyor. Endonezyalılar iş bulamıyor ama bir yanda da Çinlilerin ellerinden alınmış topraklar ve işletmeler, bir zamanlar gördükleri o altın çağlarından çok uzakta, harap ve bakımsız bir şekilde yatıyorlar. Durumdan pek şikayetçi olmayanlar var yine de:

“Çinli probleminden kurtulunacaksa ekonomik gelişmede kaybedilen 10-15 yılın pek önemi yok”

diyorlar.

Sabah gazetesinin arşivinden 2005 yılına ait bir yazı geliyor önüme (I).

”Varlık Vergisi ile başladı, 6-7 Eylül ile tamamlandı”

diyor. Arşivde bir sonraki hikâye Lefter’in. Başlığı,

”Omuzda taşırlardı, o gün evimi taşladılar.”

Ve tarih böyle tekerrür ediyor, gidiyor. Biz bir türlü bu döngüyü kıramıyoruz. Burada olmazsa orada oluyor. Hiç ummadığımız yerlerden çıkıyor.

Muhtemelen çok iyi, tanıdığınızı düşündüğünüz ve sevdiğiniz bir yazaardan, içimde garip duygular uyandıran bir hikâye ile, 85 lira olması gerekirken 890 liraya satılan sobanın hikayesi ile baş başa bırakayım sizi. Çünkü tek yapabileceğimiz şey, böyle hikâyeleri anlatmak. Mümkün olduğunca fazla sayıda insan duymalı, bilmeli bunları. Gerisi akıllarımıza ve vicdanlarımıza kalmış.


Baditto ailesi geniş bir ailedir. Salamon Baditto, Jozef Baditto’nun oğludur. Jozef Baditto, Marko Baditto’nun yeğenidir. Marko, Yanko’nun amcasıdır. Yanko, Mordahay’ın kardeşi, Mordahay Baditto, Misel Baditto’nun damadı, Misel de Moiz Baditto’nun kaynıdır. Moiz Baditto da…

Izak Baditto’nun Perşembe pazarı ile Arap Camisi arasında bir ardiyesi vardır. Sokaklardan, yangın yerlerinden, çöplüklerden bazı adamların kâğıt, paçavra, eski teneke, cam kırığı, demir parçaları topladıklarını görmüşsünüzdür. İşte bütün bunlar, Izak Baditto’nun ardiyesine gelir, burada toplanır, çeşitlerine göre ayrılır. Izak Baditto’nun sayesinde yüzlerce adam böylece para kazanır. Ayrıca Baditto vergi de verdiği için, devlet bütçesine de yararı vardır. Ama biz gaz sobasını anlatacaktık. Bu dağlar gibi yığılmış teneke, çinko, demiri görüyorsunuz ya… Bunları Izak Baditto kilosu 12 kuruştan yeğeni Moiz Baditto’ya satar. Satış yazıhanede olduğu için satılan hurdaları, ne eski sahibi Izak, ne yeni sahibi Moiz görmüştür.

Moiz Baditto, kayın biraderi Fredi Baditto’ya telefon eder. İhracatçı Fredi Baditto’ya hurda teneke ve demirleri kilosu 15 kuruştan satar. Fredi Baditto, yüzünü görmediği hurdaları, İngiltere’deki Jak Baditto’ya kilosu 17 kuruştan satar. Hurdalar gemi ile bir İngiliz limanına gider.

Çalışmak çok iyi şeydir. Moiz’in ve Fredi’nin sayesinde birçok insan, yazıcılar, daktilolar, kâtipler, bekçiler, para kazanır, hem de memlekete döviz girer. Ayrıca vergi de verirler.

Jak Baditto satın aldığı hurdaları, amcası Davit Baditto’ya kilosu 20 kuruştan satar. Davit Baditto’nun fabrikasında bu hurdalar levha, çubuk, tel haline getirilir. Davit bunları Adam Baditto’ya ortalama kilosu 20 kuruştan satar. Adam Baditto’nun gaz sobası yapan fabrikası vardır. Burada her beş kilo kadar teneke, çinko ve demirden bir gaz sobası yapılır, boyanır, cilalanır.

‘Adam Baditto and Brothers’ firması, İstanbul’daki mümessili Jozef Baditto’ya bir teklif mektubu ile birlikte, içinde fabrikasının yaptığı sobaların resimleri bulunan bir katalog gönderir. Bu katalogda, vitrinde gördüğümüz sobanın fiyatı Türk parasıyla 85 liradır. Fabrikanın İstanbul mümessili Jozef Baditto, kardeşi ithalâtçı Avram Baditto’ya sobaların ithal hakkını, yüzde yirmi mümessillik hakkı olarak 102 liradan satar. Avram yüzde 20 ithalâtçı kârıyla 122 lira 40 kuruş fiyatla sobaların ithal müsaadesini Hayim Baditto’ya satar.

Hayim Baditto, işlerini daha kolay yürütebilmek için, Ahmet Türkoğlu ile ortak bir şirket kurmuştur. Bu şirket, Bank Nerie’nin üçte bir hissesine sahiptir. Hayim Baditto, kendi bankasından yüzde sekiz faizle para alır. Böylece ithal edilecek gaz sobasının fiyatı 134 lira 44 kuruş olur. Ahmet Türkoğlu şirket adına ithal müsaadesi alır. Hayim Baditto, bu lisansı yüzde sekiz kanunî kâr hakkı ile, yani her sobayı 145 lira 20 kuruştan Baditto’ya satar. Mihail Baaditto işi yüzde 20 kârla komisyoncu Baditto’ya verir.

Çalışmak çok iyi şeydir. Çalışma sayesinde, sobalar İngiltere’deki depoda durdukları yerde fiyatları 174 lira 24 kuruşa yükselir.

Komisyoncu Mişon Baditto, işi nakliyat şirketi sahibi Salamon Baditto’ya bırakır. Yüzde kırk nakliye masrafı bindiği için sobaların fiyatı 208 lira 94 kuruş olur.

Ben onu bunu anlamam, çalışmak çok iyi şeydir. Baditto’lar çalışkanlıkları sayesinde binlerce insanın hayatlarını kazanmasına sebep olurlar, devlete binlerce lira vergi öderler. Onların çalışması sayesinde 85 liralık gaz sobası 890 lira olur.

Ah çalışmak ne iyi şey…

Bir arkadaşım bu gaz sobasını taksitle almıştı. Tembel herif taksitlerini ödeyemedi. Ne ayıp!… Borcunu ödememek gibi ahlâksızlıklar var mı dünyada? Ama Badittolar, onu mahkemeye verdiler, radyosuna, dolabına haciz koydurup, çatır çatır paralarını aldılar. Badittolar, ne arkadaşımın yüzünü, ne de sobanın yüzünü görmüştü.

Ben size Badittoları örnek getirerek çalışkanlığın yararlarını neden anlattım biliyor musunuz? Ben çok tembelim de ondan… Tam dört yıldır bir gaz sobası almak istiyorum, bitürlü anlamıyorum. Bu yoldan geçerken, şu vitrinin önünde durup içerideki sobaya bakarım. Baditto ailesine her yıl bir damat girdiğinden veya çocuklarından biri iş sahibi olduğundan her yıl soba fiyatları yükselir. Bu yıl Nesim Baditto da damat olduğundan soba fiyatları yüzde yirmi daha arttı. Tembellik fena şey, bitürlü alamıyorum şu gaz sobasını. Günde ancak on sekiz saat çalışabiliyorum. Yirmi dört saat çalışsam herhalde alırdım. Ama tembellik çok kötü. Hayatta başarmak için çok çalışmalı.”


Yukarıdaki cümleler, Aziz Nesin’in dönemin ünlü ve çok okunan, etkili dergisi Akbaba’da 1956 yılında yayınlanan Gaz Sobası adlı hikayesinden (II)…

I. Sabah Arşiv – Varlık Vergisi ile başladı, 6-7 Eylül ile tamamlandı.

II . Aziz Nesin – Damda Deli Var


Posted

in

Tags: