Veba günlerine şöyle bir Zoom yapayım

Aşağı yukarı bir yıl önce Çin Vebası başlığı ile hazırladığım podcast bölümünün ardından bir kere daha bu konu üzerine birkaç şey karalayayım. Ve bu son olsun. O gün olduğu gibi bugün de içinizi karartmayacağım. İhtiyacınız olan bu değil çünkü. Benim için eğlenceli ve öğreticiydi. Size bir tutamını aktarabilirim belki.

Eminim birileri “herkesin işten çıkarıldığı bir dönemde yine aykırılığıyla dikkat çekmek için işe girdi” diyecektir hakkımda. Aldırmayın. Ama evet, 2000 yılından beri ilk defa bir ofise gitmeye başladım. 7 ay oldu. Sıkılacağımı sanıyordum ama bir hayli hoşuma gitti.

Ne mi yapıyorum? Şu veya bu sebeple iş piyasasından uzak kalan insanlara bilgi beceri kazandıracak projeler üretiyorum. Atla deve değil; mesela birkaç göçmen kadına dillerini geliştirmeleri için yemek tarifleri paylaşabilecekleri bir web sitesi yapmayı ve bunun amatör olarak değil de bir redaksiyon ekibi ile nasıl yapılabileceğini göstermeye çalıştım. Tunuslu, Sri Lankalı ve Rus bir kadından minik bir grup kurduk. İşsizlere bilgi beceri edindirme ve geliştirme programına katılan ve başka projelerde çalışan diğer insanlardan topladıkları tarifleri isveçceye çevirdiler, pişirdiler ve fotoğraflayarak siteye koydular. Yemek yapmayı biliyorlardı, dillerinin üzerine eğilmiş oldular, bir de web sitesi yapmayı öğrendiler.

Başka?

3D yazıcıdan bilimkurgu filmlerine yakışacak acayip görünümlü paskalya yumurtaları çıkardık geçenlerde. Sadece bu değil. Kalem kutusu, Star Wars figürleri (erkekler, cidden pfffff yani), minik saksılar, kurabiye kalıpları var daha.

3D yazıcı ile ürün tasarım ve üretim işini ofiste benimle çalışan diğer proje lideri Martin’in ekibi yapıyor. Benim ekip ise basit bir e-ticaret sitesi kurdu. Yazıcıdan çıkan ürünlerin fotoğraflarını çektiler, yapay zeka ile ürün açıklamalarını yazdılar, kredi kartı ile ödemeyi siteye entegre ettiler. Farklı departmanları ve momentleri bir araya getirdik, makinede bastığımız ürünleri satıyoruz. Ciro önemli değil. Mühim olan katılımcıların tasarımı, üretimi, pazarlamayı ve satışı bir çatı altında yapabiliyor oluşu. Gözleri gördü. Elleri değdi. Büyük resmin minik parçalarına hakimler şimdi.

İnternette çikolata şeker satan bir şirketin paketleme işlerini de aldık ofisin arkasındaki hangarda. Ülkeye yeni gelip de ağzında dil olmayanlar için uygun bir iş. Paketlemeyi yapan bir ekibimiz var. E-ticarete ucundan değmiş oluyorlar. İş arkadaşım Martin’le isimlerini Lorel & Hardy olarak taktığımız Suriyeli ikilinin arada bir çikolataları lüplettiklerini sanıyoruz. Ama kanıtımız yok. Henüz.

Iraklı hristiyan bir kadın var. Asil bir aileden geliyor sanıyorum. Oturuşu, konuşması, hali tavrı falan öyle. Oğlunun Alanya’da yazlığı varmış. Arada biz de gidiyoruz dedi. Ben yazları Bodrum’a, annemlere gidiyorum dedim. Sevdiğin yemekleri yapıyor mu diye sordu. Evet, ıspanaklı börek yapıyor dedim. Kadın bana ıspanaklı börekle geldi ertesi gün.

Arap başka bir kadın var. Ben pek iyi sinyal alamam ama bu sinyal değil artık, Boğaz’dan geçen Romen petrol tankeri gibi ötüyor kadın. Dooottt doooooooottt. Bana fena yanık sanırım. Buradaki ‘sanırım’ mütevazı biri olmamdan. Ne zaman beni görse yüzünde güller açıyor kadının. Birinde böyle bir etki uyandırıyorsam ne mutlu bana. Geçen gün izin aldı gelmedi. Yeni evlerine taşınacaklarmış. Ertesi gün geldiğinde fotoğrafları gösterdi. Dubleks ev, bilmem kaç yüz metrekare bahçe. Banyonun mermerleri İspanya’dan gelmiş. Kadın işsiz olsa da kocası baya iş yapıyor olmalı.

Sonraaa, Brezilyalı bir kadın var. Hasta bakıcı olarak çalışmış hep. Baya çileli iştir ha. Zaten sinirleri iflas edince kendisi hasta olmuş. Etrafında fazla insan bulunmasına gelemiyor. Sanatkâr bir ruhu olsa da o yönünü bileylemeye hiç fırsatı olmamış. Tam bizim burada el atmamız gerekiyor işte. Proje liderleri olarak bizden beklenen bu. Bugüne kadar hiç fırsat bulamadın. Vaktin yoktu. Hobine ayıracak o kadar paran olmadı. Bilgiye nasıl ulaşacağını, kime ne danışacağını bilmiyordun. Hafif bir itikleme bekliyordun. İşte biz varız burada. Yaptığı elişlerini görünce kendisine bir oda hazırladım. Kamera ve kayıt cihazları ayarladım. İşlerini nasıl yaptığını anlatıyor ve videoya çekiyor. Kendi formulüyle el kremi yaptı geçen gün. Denedim. Beğendim. Videosuna eleştirel bir gözle bakmamı ve yorumlamamı istedi. Malzemeleri diziyorsun, hazırlıyorsun, ateşe koyuyorsun, soğutuyorsun, paketliyorsun. Bunları yapması birkaç saay alsa da maks 5 dakkada göstermelisin bence dedim. Kimsenin çok fazla vakti ve sabrı yok artık. Bir de tabii kaça mâl ettiğini üstüne basarak söylemelisin. İnsanlar senin kanalının başına geçip bu videoya 5 dakikalarını vermekle kaç kron kazanacaklarını bilmeliler. Pek beğendi bunu. Çok aman aman bir şey söylediğimden değil. Asıl işi yapan o. Ama dünyanın en iyi kremini yapıyor olsan bile sıradan alıcının ne istediğini bilemeyebilirsin. Dışardan bakan bir göze ihtiyaç oluyor.

I

Şunu bilmelisiniz, İsveç misveç ama bu insanlar fakir. Buranın fakirleri yani. Banyosunun mermeri İspanya’dan gelen istisna. Fakir olmakla beraber yalnızlar da. Bunların altını çizeyim. Neden?

Annem kaç kişisiniz orada bu veba günlerinde diye sormuştu. 50 kişiyiz dedim. Dikkatli ol dedi. Aslında geçen sene ben buraya başlamadan önce, bu Çin vebası yeni çıktığında, şirket bu insanları eve göndermiş. Online yaparız biz bu işi demişler. Gel gör ki devletle yaptığımız kontratımızda yükümlü olduğumuz İş ve İşçi Bulma Kurumu bir hafta sonra yazı gönderiyor. Herkesi geri çağırın diyor. Herkes her gün işe gelir gider gibi orada olacak deniyor.

Yani tabii biz diğer ülkeler gibi çok sıkı önlemler almadık, kapanmalar yaşamadık ama bu durum İsveç için bile baya garip. Çünkü bütün şirketler uzaktan çalışabilen herkes uzaktan çalışsın dedi, elemanlarının büyük bir bölümünü eve gönderdi. Veya çalışanlar dönüşümlü olarak ofise geldiler. Bize niye bu imkânı vermedi İş ve İşçi Bulmak Kurumu? İlk başta garip gelse de biraz içlerinde kalıp bu insanları tanıdıkça bu kararı gayet akıllıca bulduğumu söylemeliyim.

Bu insanlar fakir. Fakir olunca dışarı çıkıp bir yerde oturup bir kahve içmek bile dert. İsveç de olsa. Hem kiminle çıkacaksın? Arkadaşların çalışıyorsa senin durumun onlarla olmaya elvermez. Arkadaşların çalışmıyorsa daha da fena. Bu durumda bu insanlara yapılacak en büyük kötülük onları eve tıkmak olurdu. Buraya geliyorlar, diğer insanlarla arkadaşlık ediyorlar, bir şeylerle meşgul oluyorlar, bir şeyler öğreniyorlar, bir şeylere gayret ediyorlar.

Evet, bu dönemde 50 kişiyi kapalı bir ofis ortamına hapsetmek bir risk içeriyor belki. Ancak o 50 kişiyi evlerine kapatmak sağlıkları açısından daha büyük bir risk.

Bu arada ofiste bir sene içersinde iki Çin vebası vakası oldu. Son hastalanan, ofiste maske takan iki kişiden biriydi. Diğer maskeliyi de maskeliden sayar mıyız bilmiyorum. Çinli olduğu için.

II

Geçtiğimiz günlerde Türkiye sosyal medyasında diş teknisyenliği mezunu biri ”o kadar okul okudum, iş yok, ben de minibüs sürüyorum” diye serzenişte bulunmuştu. 2500 RT, 5800 layk. Rakamları atıyorum tabii ama eksiğim vardır, fazlam yoktur. Devlet genç insanların hayatlarını karartıyormuş da, o kadar okul okunuyormuş da, ancak minibüsçü olunuyormuş falan filan. Doğrudur. İtirazım yok. Yalnız enteresan bir gözlem yapmama fırsat verdi bu enstantane:

Bizdeki katılımcılarda öz İsveçlilerle göçmenler sayıca yarı yarıya diyelim.

Genelliyorum tabii ama…

İsveçliler işsiz olmayı feci utanılacak bir şey olarak görüyorlar ve psikolojileri bundan inanılmaz etkileniyor. Kendilerini son derece değersiz buluyorlar. Ancak bu durumu dışarı vurmamaya özen gösteriyorlar. Başlarını dik tutup ellerinden geleni yapmaya gayret ediyorlar. Daha önce öğretmenlik yapmış biri yaşlıların kıçına bez takacağı bir işi almak için CV yazmaya gocunmuyor.

Neden? Çünkü toplum, bir ortak kasa olarak görülüyor bu insanlar tarafından. Bu kasaya sen de bir şey koyuyorsan bir değerin var. Kasadan sürekli harçlık yiyorsan, o çok fena. Utanç verici bir şey. Ancak iki iş arasında birkaç ay boş gezersen kasadan yemek okey. Boşluk uzadı mı bu insanlar günden güne eriyor, küçülüyor, bitiyor. Kısaca birey, kendisini topluma borçlu görüyor. İşsizlik, bu borcun büyümesi, senin de onun altında ezilmen demek.

Şimdi bunun devamında yabancılar tembel, çalışmak istemiyorlar falan demeyeceğim. Çünkü çalışmak istiyorlar ve işsiz olmaktan da son derece mutsuzlar. Ancak ciddi bir fark var İsveçlilerle aralarında. İş bulamamalarında kendilerinden başka herkesi sorumlu görüyorlar ve bu zamanla büyük bir öfkeye dönüşüyor. İsveçliler topluma olan borçlarının altında eriyip yerin dibine girerlerken göçmenler toplumdan hep alacaklı oldukları için en ufak bir negatiflikle karşılaştıklarında öfkelerinin rüzgarlarına binip gökyüzünde sörf yapmaya çıkıyorlar.

Diş teknisyenliği mezunusun (öyle matah bir şey de değil ha), iş bulamadın. Minibüs sürüyorsun. Ancak ”och?” der bir Kuzeyli sana. yani, ”ee, napalım?”. Güneyde ise ciddi tezahürat alıyorsun. Herkes seninle beraber. Seni güzel, forslu, dolgun maaşlı bir işte çalışmaktan alıkoyanları beraberce dövüyorsunuz.

Bu çiğ tavrı nankörlükle açıklamak biraz kolaya kaçmak olur. Belirgin bir kültür farkı var. Sözelcilikten PhD’si olanlar incelesin. Bulduklarını bize söylesinler. Kolonyalizm, beyazlık, ayrıcalık sahibi olmak, ırkçılık gibi zırvalar dışında bulacakları her şeyi dinlemeye hazırım.

III

Çin Vebası’nın ortaya çıkışı ile online eğitim ve uzaktan çalışma hayatımızın bir parçası oldu. Gördüğüm kadarıyla çoğumuz bundan memnun değiliz. Erkeklerin yüzde şu kadarı, kadınların da yüzde bu kadarı Zoom toplantılarında kamerayı kapatıyormuş. Kadınların kamerayı daha çok kapalı tutmak istemeleri onlara dayatılan güzellik normlarıyla falan ilişkilendiriliyor. Doğru olabilir. Bir güzellik normunun dayatılması falan değil de kadınların kendilerini güzel bulmadıklarında kamerada görünmek istememeleri doğru olabilir.

Bir de Zoom toplantıları ile beraber iş arkadaşlarımızın evlerine girmeye başlamışız. Aldığımız maaşların eşit olmaması evlerimizdeki perdelerden mobilyalara ve aydınlatmaya kadar yansıyormuş. Oralardan da Zoom kareciğine. Buna tamamen katılırım işte. Özel işlerimi cumartesi pazarlara taşıdığımdan o günlerde insanlarla Zoom’laşıyorum ben de. İsveçliler genelde hafta sonlarını kulübelerinde geçirirler. Her bir kulübenin ekranda arka plana sığanı kadarından emlâk piyasasında kaç milyon kron ederi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim size. Ha bir de gelirler eşit olduğunda ortaya çıkan zevk eşitsizliği var. Devrim mevrim bir şey yapamaz ona. Zevkliden alıp zevksize veremezsin.

Filtrelerle herkesin eşit derecede lüks ve güzel olabildiği bu dünyada Around adlı video uygulaması butik sosyalizm tadı bırakıyor ağızlarda. Denemenizi tavsiye ederim. Bütün arka planı değil, sadece kafanızı alıyor. Onu da filtreyle güzelleştiriyorsunuz. Katılımcıların kafaları ekranda minik toplar olarak asılı kaldığı için siz de arkada excel’le falan uğraşabiliyorsunuz. Fareyle bu topları istediğiniz köşeye kaydırabiliyorsunuz. Gmail, G-suite ve Google Takvim uygulaması ile entegre çalıştırılabiliyor. Bu bire bir video görüşmeleri, webinarlar, eventler vesaireler veba vesilesiyle çağ atladı. Vectera, OneStream, Restream, BigMarker, Airmeet falan, neden ilgileniyorum? Minik bir stüdyo kuruyorum şimdi ofiste. 30 veya 50 yaşında Tuber veya podcast’cı olmaya heves edenler varsa onlara da imkânlar açabiliriz belki. Terzi söküğünü dikemezmiş.

Neyse… Viva la revolución!

Aşağı yukarı bir yıl önce Çin Vebası başlığı ile hazırladığım podcast bölümünün ardından bir kere daha bu konu üzerine birkaç şey karalayayım. Ve bu son olsun. O gün olduğu gibi bugün de içinizi karartmayacağım. İhtiyacınız olan bu değil çünkü. Benim için eğlenceli ve öğreticiydi. Size bir tutamını aktarabilirim belki.

Eminim birileri “herkesin işten çıkarıldığı bir dönemde yine aykırılığıyla dikkat çekmek için işe girdi” diyecektir hakkımda. Aldırmayın. Ama evet, 2000 yılından beri ilk defa bir ofise gitmeye başladım. 7 ay oldu. Sıkılacağımı sanıyordum ama bir hayli hoşuma gitti.
Ne mi yapıyorum? Şu veya bu sebeple iş piyasasından uzak kalan insanlara bilgi beceri kazandıracak projeler üretiyorum. Atla deve değil; mesela birkaç göçmen kadına dillerini geliştirmeleri için yemek tarifleri paylaşabilecekleri bir web sitesi yapmayı ve bunun amatör olarak değil de bir redaksiyon ekibi ile nasıl yapılabileceğini göstermeye çalıştım. Tunuslu, Sri Lankalı ve Rus bir kadından minik bir grup kurduk. İşsizlere bilgi beceri edindirme ve geliştirme programına katılan ve başka projelerde çalışan diğer insanlardan topladıkları tarifleri isveçceye çevirdiler, pişirdiler ve fotoğraflayarak siteye koydular. Yemek yapmayı biliyorlardı, dillerinin üzerine eğilmiş oldular, bir de web sitesi yapmayı öğrendiler.
Başka?
3D yazıcıdan bilimkurgu filmlerine yakışacak acayip görünümlü paskalya yumurtaları çıkardık geçenlerde. Sadece bu değil. Kalem kutusu, Star Wars figürleri (erkekler, cidden pfffff yani), minik saksılar, kurabiye kalıpları var daha.
3D yazıcı ile ürün tasarım ve üretim işini ofiste benimle çalışan diğer proje lideri Martin’in ekibi yapıyor. Benim ekip ise basit bir e-ticaret sitesi kurdu. Yazıcıdan çıkan ürünlerin fotoğraflarını çektiler, yapay zeka ile ürün açıklamalarını yazdılar, kredi kartı ile ödemeyi siteye entegre ettiler. Farklı departmanları ve momentleri bir araya getirdik, makinede bastığımız ürünleri satıyoruz. Ciro önemli değil. Mühim olan katılımcıların tasarımı, üretimi, pazarlamayı ve satışı bir çatı altında yapabiliyor oluşu. Gözleri gördü. Elleri değdi. Büyük resmin minik parçalarına hakimler şimdi.
İnternette çikolata şeker satan bir şirketin paketleme işlerini de aldık ofisin arkasındaki hangarda. Ülkeye yeni gelip de ağzında dil olmayanlar için uygun bir iş. Paketlemeyi yapan bir ekibimiz var. E-ticarete ucundan değmiş oluyorlar. İş arkadaşım Martin’le isimlerini Lorel & Hardy olarak taktığımız Suriyeli ikilinin arada bir çikolataları lüplettiklerini sanıyoruz. Ama kanıtımız yok. Henüz.
Iraklı hristiyan bir kadın var. Asil bir aileden geliyor sanıyorum. Oturuşu, konuşması, hali tavrı falan öyle. Oğlunun Alanya’da yazlığı varmış. Arada biz de gidiyoruz dedi. Ben yazları Bodrum’a, annemlere gidiyorum dedim. Sevdiğin yemekleri yapıyor mu diye sordu. Evet, ıspanaklı börek yapıyor dedim. Kadın bana ıspanaklı börekle geldi ertesi gün.
Arap başka bir kadın var. Ben pek iyi sinyal alamam ama bu sinyal değil artık, Boğaz’dan geçen Romen petrol tankeri gibi ötüyor kadın. Dooottt doooooooottt. Bana fena yanık sanırım. Buradaki ‘sanırım’ mütevazı biri olmamdan. Ne zaman beni görse yüzünde güller açıyor kadının. Birinde böyle bir etki uyandırıyorsam ne mutlu bana. Geçen gün izin aldı gelmedi. Yeni evlerine taşınacaklarmış. Ertesi gün geldiğinde fotoğrafları gösterdi. Dubleks ev, bilmem kaç yüz metrekare bahçe. Banyonun mermerleri İspanya’dan gelmiş. Kadın işsiz olsa da kocası baya iş yapıyor olmalı.
Sonraaa, Brezilyalı bir kadın var. Hasta bakıcı olarak çalışmış hep. Baya çileli iştir ha. Zaten sinirleri iflas edince kendisi hasta olmuş. Etrafında fazla insan bulunmasına gelemiyor. Sanatkâr bir ruhu olsa da o yönünü bileylemeye hiç fırsatı olmamış. Tam bizim burada el atmamız gerekiyor işte. Proje liderleri olarak bizden beklenen bu. Bugüne kadar hiç fırsat bulamadın. Vaktin yoktu. Hobine ayıracak o kadar paran olmadı. Bilgiye nasıl ulaşacağını, kime ne danışacağını bilmiyordun. Hafif bir itikleme bekliyordun. İşte biz varız burada. Yaptığı elişlerini görünce kendisine bir oda hazırladım. Kamera ve kayıt cihazları ayarladım. İşlerini nasıl yaptığını anlatıyor ve videoya çekiyor. Kendi formulüyle el kremi yaptı geçen gün. Denedim. Beğendim. Videosuna eleştirel bir gözle bakmamı ve yorumlamamı istedi. Malzemeleri diziyorsun, hazırlıyorsun, ateşe koyuyorsun, soğutuyorsun, paketliyorsun. Bunları yapması birkaç saay alsa da maks 5 dakkada göstermelisin bence dedim. Kimsenin çok fazla vakti ve sabrı yok artık. Bir de tabii kaça mâl ettiğini üstüne basarak söylemelisin. İnsanlar senin kanalının başına geçip bu videoya 5 dakikalarını vermekle kaç kron kazanacaklarını bilmeliler. Pek beğendi bunu. Çok aman aman bir şey söylediğimden değil. Asıl işi yapan o. Ama dünyanın en iyi kremini yapıyor olsan bile sıradan alıcının ne istediğini bilemeyebilirsin. Dışardan bakan bir göze ihtiyaç oluyor.
I
Şunu bilmelisiniz, İsveç misveç ama bu insanlar fakir. Buranın fakirleri yani. Banyosunun mermeri İspanya’dan gelen istisna. Fakir olmakla beraber yalnızlar da. Bunların altını çizeyim. Neden?
Annem kaç kişisiniz orada bu veba günlerinde diye sormuştu. 50 kişiyiz dedim. Dikkatli ol dedi. Aslında geçen sene ben buraya başlamadan önce, bu Çin vebası yeni çıktığında, şirket bu insanları eve göndermiş. Online yaparız biz bu işi demişler. Gel gör ki devletle yaptığımız kontratımızda yükümlü olduğumuz İş ve İşçi Bulma Kurumu bir hafta sonra yazı gönderiyor. Herkesi geri çağırın diyor. Herkes her gün işe gelir gider gibi orada olacak deniyor.
Yani tabii biz diğer ülkeler gibi çok sıkı önlemler almadık, kapanmalar yaşamadık ama bu durum İsveç için bile baya garip. Çünkü bütün şirketler uzaktan çalışabilen herkes uzaktan çalışsın dedi, elemanlarının büyük bir bölümünü eve gönderdi. Veya çalışanlar dönüşümlü olarak ofise geldiler. Bize niye bu imkânı vermedi İş ve İşçi Bulmak Kurumu? İlk başta garip gelse de biraz içlerinde kalıp bu insanları tanıdıkça bu kararı gayet akıllıca bulduğumu söylemeliyim.

Bu insanlar fakir. Fakir olunca dışarı çıkıp bir yerde oturup bir kahve içmek bile dert. İsveç de olsa. Hem kiminle çıkacaksın? Arkadaşların çalışıyorsa senin durumun onlarla olmaya elvermez. Arkadaşların çalışmıyorsa daha da fena. Bu durumda bu insanlara yapılacak en büyük kötülük onları eve tıkmak olurdu. Buraya geliyorlar, diğer insanlarla arkadaşlık ediyorlar, bir şeylerle meşgul oluyorlar, bir şeyler öğreniyorlar, bir şeylere gayret ediyorlar.

Evet, bu dönemde 50 kişiyi kapalı bir ofis ortamına hapsetmek bir risk içeriyor belki. Ancak o 50 kişiyi evlerine kapatmak sağlıkları açısından daha büyük bir risk.
Bu arada ofiste bir sene içersinde iki Çin vebası vakası oldu. Son hastalanan, ofiste maske takan iki kişiden biriydi. Diğer maskeliyi de maskeliden sayar mıyız bilmiyorum. Çinli olduğu için.
II
Geçtiğimiz günlerde Türkiye sosyal medyasında diş teknisyenliği mezunu biri ”o kadar okul okudum, iş yok, ben de minibüs sürüyorum” diye serzenişte bulunmuştu. 2500 RT, 5800 layk. Rakamları atıyorum tabii ama eksiğim vardır, fazlam yoktur. Devlet genç insanların hayatlarını karartıyormuş da, o kadar okul okunuyormuş da, ancak minibüsçü olunuyormuş falan filan. Doğrudur. İtirazım yok. Yalnız enteresan bir gözlem yapmama fırsat verdi bu enstantane:
Bizdeki katılımcılarda öz İsveçlilerle göçmenler sayıca yarı yarıya diyelim.
Genelliyorum tabii ama…
İsveçliler işsiz olmayı feci utanılacak bir şey olarak görüyorlar ve psikolojileri bundan inanılmaz etkileniyor. Kendilerini son derece değersiz buluyorlar. Ancak bu durumu dışarı vurmamaya özen gösteriyorlar. Başlarını dik tutup ellerinden geleni yapmaya gayret ediyorlar. Daha önce öğretmenlik yapmış biri yaşlıların kıçına bez takacağı bir işi almak için CV yazmaya gocunmuyor.
Neden? Çünkü toplum, bir ortak kasa olarak görülüyor bu insanlar tarafından. Bu kasaya sen de bir şey koyuyorsan bir değerin var. Kasadan sürekli harçlık yiyorsan, o çok fena. Utanç verici bir şey. Ancak iki iş arasında birkaç ay boş gezersen kasadan yemek okey. Boşluk uzadı mı bu insanlar günden güne eriyor, küçülüyor, bitiyor. Kısaca birey, kendisini topluma borçlu görüyor. İşsizlik, bu borcun büyümesi, senin de onun altında ezilmen demek.
Şimdi bunun devamında yabancılar tembel, çalışmak istemiyorlar falan demeyeceğim. Çünkü çalışmak istiyorlar ve işsiz olmaktan da son derece mutsuzlar. Ancak ciddi bir fark var İsveçlilerle aralarında. İş bulamamalarında kendilerinden başka herkesi sorumlu görüyorlar ve bu zamanla büyük bir öfkeye dönüşüyor. İsveçliler topluma olan borçlarının altında eriyip yerin dibine girerlerken göçmenler toplumdan hep alacaklı oldukları için en ufak bir negatiflikle karşılaştıklarında öfkelerinin rüzgarlarına binip gökyüzünde sörf yapmaya çıkıyorlar.
Diş teknisyenliği mezunusun (öyle matah bir şey de değil ha), iş bulamadın. Minibüs sürüyorsun. Ancak ”och?” der bir Kuzeyli sana. yani, ”ee, napalım?”. Güneyde ise ciddi tezahürat alıyorsun. Herkes seninle beraber. Seni güzel, forslu, dolgun maaşlı bir işte çalışmaktan alıkoyanları beraberce dövüyorsunuz.
Bu çiğ tavrı nankörlükle açıklamak biraz kolaya kaçmak olur. Belirgin bir kültür farkı var. Sözelcilikten PhD’si olanlar incelesin. Bulduklarını bize söylesinler. Kolonyalizm, beyazlık, ayrıcalık sahibi olmak, ırkçılık gibi zırvalar dışında bulacakları her şeyi dinlemeye hazırım.
III
Çin Vebası’nın ortaya çıkışı ile online eğitim ve uzaktan çalışma hayatımızın bir parçası oldu. Gördüğüm kadarıyla çoğumuz bundan memnun değiliz. Erkeklerin yüzde şu kadarı, kadınların da yüzde bu kadarı Zoom toplantılarında kamerayı kapatıyormuş. Kadınların kamerayı daha çok kapalı tutmak istemeleri onlara dayatılan güzellik normlarıyla falan ilişkilendiriliyor. Doğru olabilir. Bir güzellik normunun dayatılması falan değil de kadınların kendilerini güzel bulmadıklarında kamerada görünmek istememeleri doğru olabilir.
Bir de Zoom toplantıları ile beraber iş arkadaşlarımızın evlerine girmeye başlamışız. Aldığımız maaşların eşit olmaması evlerimizdeki perdelerden mobilyalara ve aydınlatmaya kadar yansıyormuş. Oralardan da Zoom kareciğine. Buna tamamen katılırım işte. Özel işlerimi cumartesi pazarlara taşıdığımdan o günlerde insanlarla Zoom’laşıyorum ben de. İsveçliler genelde hafta sonlarını kulübelerinde geçirirler. Her bir kulübenin ekranda arka plana sığanı kadarından emlâk piyasasında kaç milyon kron ederi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim size. Ha bir de gelirler eşit olduğunda ortaya çıkan zevk eşitsizliği var. Devrim mevrim bir şey yapamaz ona. Zevkliden alıp zevksize veremezsin.
Filtrelerle herkesin eşit derecede lüks ve güzel olabildiği bu dünyada Around adlı video uygulaması butik sosyalizm tadı bırakıyor ağızlarda. Denemenizi tavsiye ederim. Bütün arka planı değil, sadece kafanızı alıyor. Onu da filtreyle güzelleştiriyorsunuz. Katılımcıların kafaları ekranda minik toplar olarak asılı kaldığı için siz de arkada excel’le falan uğraşabiliyorsunuz. Fareyle bu topları istediğiniz köşeye kaydırabiliyorsunuz. Gmail, G-suite ve Google Takvim uygulaması ile entegre çalıştırılabiliyor. Bu bire bir video görüşmeleri, webinarlar, eventler vesaireler veba vesilesiyle çağ atladı. Vectera, OneStream, Restream, BigMarker, Airmeet falan, neden ilgileniyorum? Minik bir stüdyo kuruyorum şimdi ofiste. 30 veya 50 yaşında Tuber veya podcast’cı olmaya heves edenler varsa onlara da imkânlar açabiliriz belki. Terzi söküğünü dikemezmiş.
Neyse… Viva la revolución!

Aşağı yukarı bir yıl önce Çin Vebası başlığı ile hazırladığım podcast bölümünün ardından bir kere daha bu konu üzerine birkaç şey karalayayım. Ve bu son olsun. O gün olduğu gibi bugün de içinizi karartmayacağım. İhtiyacınız olan bu değil çünkü. Benim için eğlenceli ve öğreticiydi. Size bir tutamını aktarabilirim belki.

Eminim birileri “herkesin işten çıkarıldığı bir dönemde yine aykırılığıyla dikkat çekmek için işe girdi” diyecektir hakkımda. Aldırmayın. Ama evet, 2000 yılından beri ilk defa bir ofise gitmeye başladım. 7 ay oldu. Sıkılacağımı sanıyordum ama bir hayli hoşuma gitti.
Ne mi yapıyorum? Şu veya bu sebeple iş piyasasından uzak kalan insanlara bilgi beceri kazandıracak projeler üretiyorum. Atla deve değil; mesela birkaç göçmen kadına dillerini geliştirmeleri için yemek tarifleri paylaşabilecekleri bir web sitesi yapmayı ve bunun amatör olarak değil de bir redaksiyon ekibi ile nasıl yapılabileceğini göstermeye çalıştım. Tunuslu, Sri Lankalı ve Rus bir kadından minik bir grup kurduk. İşsizlere bilgi beceri edindirme ve geliştirme programına katılan ve başka projelerde çalışan diğer insanlardan topladıkları tarifleri isveçceye çevirdiler, pişirdiler ve fotoğraflayarak siteye koydular. Yemek yapmayı biliyorlardı, dillerinin üzerine eğilmiş oldular, bir de web sitesi yapmayı öğrendiler.
Başka?
3D yazıcıdan bilimkurgu filmlerine yakışacak acayip görünümlü paskalya yumurtaları çıkardık geçenlerde. Sadece bu değil. Kalem kutusu, Star Wars figürleri (erkekler, cidden pfffff yani), minik saksılar, kurabiye kalıpları var daha.
3D yazıcı ile ürün tasarım ve üretim işini ofiste benimle çalışan diğer proje lideri Martin’in ekibi yapıyor. Benim ekip ise basit bir e-ticaret sitesi kurdu. Yazıcıdan çıkan ürünlerin fotoğraflarını çektiler, yapay zeka ile ürün açıklamalarını yazdılar, kredi kartı ile ödemeyi siteye entegre ettiler. Farklı departmanları ve momentleri bir araya getirdik, makinede bastığımız ürünleri satıyoruz. Ciro önemli değil. Mühim olan katılımcıların tasarımı, üretimi, pazarlamayı ve satışı bir çatı altında yapabiliyor oluşu. Gözleri gördü. Elleri değdi. Büyük resmin minik parçalarına hakimler şimdi.
İnternette çikolata şeker satan bir şirketin paketleme işlerini de aldık ofisin arkasındaki hangarda. Ülkeye yeni gelip de ağzında dil olmayanlar için uygun bir iş. Paketlemeyi yapan bir ekibimiz var. E-ticarete ucundan değmiş oluyorlar. İş arkadaşım Martin’le isimlerini Lorel & Hardy olarak taktığımız Suriyeli ikilinin arada bir çikolataları lüplettiklerini sanıyoruz. Ama kanıtımız yok. Henüz.
Iraklı hristiyan bir kadın var. Asil bir aileden geliyor sanıyorum. Oturuşu, konuşması, hali tavrı falan öyle. Oğlunun Alanya’da yazlığı varmış. Arada biz de gidiyoruz dedi. Ben yazları Bodrum’a, annemlere gidiyorum dedim. Sevdiğin yemekleri yapıyor mu diye sordu. Evet, ıspanaklı börek yapıyor dedim. Kadın bana ıspanaklı börekle geldi ertesi gün.
Arap başka bir kadın var. Ben pek iyi sinyal alamam ama bu sinyal değil artık, Boğaz’dan geçen Romen petrol tankeri gibi ötüyor kadın. Dooottt doooooooottt. Bana fena yanık sanırım. Buradaki ‘sanırım’ mütevazı biri olmamdan. Ne zaman beni görse yüzünde güller açıyor kadının. Birinde böyle bir etki uyandırıyorsam ne mutlu bana. Geçen gün izin aldı gelmedi. Yeni evlerine taşınacaklarmış. Ertesi gün geldiğinde fotoğrafları gösterdi. Dubleks ev, bilmem kaç yüz metrekare bahçe. Banyonun mermerleri İspanya’dan gelmiş. Kadın işsiz olsa da kocası baya iş yapıyor olmalı.
Sonraaa, Brezilyalı bir kadın var. Hasta bakıcı olarak çalışmış hep. Baya çileli iştir ha. Zaten sinirleri iflas edince kendisi hasta olmuş. Etrafında fazla insan bulunmasına gelemiyor. Sanatkâr bir ruhu olsa da o yönünü bileylemeye hiç fırsatı olmamış. Tam bizim burada el atmamız gerekiyor işte. Proje liderleri olarak bizden beklenen bu. Bugüne kadar hiç fırsat bulamadın. Vaktin yoktu. Hobine ayıracak o kadar paran olmadı. Bilgiye nasıl ulaşacağını, kime ne danışacağını bilmiyordun. Hafif bir itikleme bekliyordun. İşte biz varız burada. Yaptığı elişlerini görünce kendisine bir oda hazırladım. Kamera ve kayıt cihazları ayarladım. İşlerini nasıl yaptığını anlatıyor ve videoya çekiyor. Kendi formulüyle el kremi yaptı geçen gün. Denedim. Beğendim. Videosuna eleştirel bir gözle bakmamı ve yorumlamamı istedi. Malzemeleri diziyorsun, hazırlıyorsun, ateşe koyuyorsun, soğutuyorsun, paketliyorsun. Bunları yapması birkaç saay alsa da maks 5 dakkada göstermelisin bence dedim. Kimsenin çok fazla vakti ve sabrı yok artık. Bir de tabii kaça mâl ettiğini üstüne basarak söylemelisin. İnsanlar senin kanalının başına geçip bu videoya 5 dakikalarını vermekle kaç kron kazanacaklarını bilmeliler. Pek beğendi bunu. Çok aman aman bir şey söylediğimden değil. Asıl işi yapan o. Ama dünyanın en iyi kremini yapıyor olsan bile sıradan alıcının ne istediğini bilemeyebilirsin. Dışardan bakan bir göze ihtiyaç oluyor.
I
Şunu bilmelisiniz, İsveç misveç ama bu insanlar fakir. Buranın fakirleri yani. Banyosunun mermeri İspanya’dan gelen istisna. Fakir olmakla beraber yalnızlar da. Bunların altını çizeyim. Neden?
Annem kaç kişisiniz orada bu veba günlerinde diye sormuştu. 50 kişiyiz dedim. Dikkatli ol dedi. Aslında geçen sene ben buraya başlamadan önce, bu Çin vebası yeni çıktığında, şirket bu insanları eve göndermiş. Online yaparız biz bu işi demişler. Gel gör ki devletle yaptığımız kontratımızda yükümlü olduğumuz İş ve İşçi Bulma Kurumu bir hafta sonra yazı gönderiyor. Herkesi geri çağırın diyor. Herkes her gün işe gelir gider gibi orada olacak deniyor.
Yani tabii biz diğer ülkeler gibi çok sıkı önlemler almadık, kapanmalar yaşamadık ama bu durum İsveç için bile baya garip. Çünkü bütün şirketler uzaktan çalışabilen herkes uzaktan çalışsın dedi, elemanlarının büyük bir bölümünü eve gönderdi. Veya çalışanlar dönüşümlü olarak ofise geldiler. Bize niye bu imkânı vermedi İş ve İşçi Bulmak Kurumu? İlk başta garip gelse de biraz içlerinde kalıp bu insanları tanıdıkça bu kararı gayet akıllıca bulduğumu söylemeliyim.

Bu insanlar fakir. Fakir olunca dışarı çıkıp bir yerde oturup bir kahve içmek bile dert. İsveç de olsa. Hem kiminle çıkacaksın? Arkadaşların çalışıyorsa senin durumun onlarla olmaya elvermez. Arkadaşların çalışmıyorsa daha da fena. Bu durumda bu insanlara yapılacak en büyük kötülük onları eve tıkmak olurdu. Buraya geliyorlar, diğer insanlarla arkadaşlık ediyorlar, bir şeylerle meşgul oluyorlar, bir şeyler öğreniyorlar, bir şeylere gayret ediyorlar.

Evet, bu dönemde 50 kişiyi kapalı bir ofis ortamına hapsetmek bir risk içeriyor belki. Ancak o 50 kişiyi evlerine kapatmak sağlıkları açısından daha büyük bir risk.
Bu arada ofiste bir sene içersinde iki Çin vebası vakası oldu. Son hastalanan, ofiste maske takan iki kişiden biriydi. Diğer maskeliyi de maskeliden sayar mıyız bilmiyorum. Çinli olduğu için.
II
Geçtiğimiz günlerde Türkiye sosyal medyasında diş teknisyenliği mezunu biri ”o kadar okul okudum, iş yok, ben de minibüs sürüyorum” diye serzenişte bulunmuştu. 2500 RT, 5800 layk. Rakamları atıyorum tabii ama eksiğim vardır, fazlam yoktur. Devlet genç insanların hayatlarını karartıyormuş da, o kadar okul okunuyormuş da, ancak minibüsçü olunuyormuş falan filan. Doğrudur. İtirazım yok. Yalnız enteresan bir gözlem yapmama fırsat verdi bu enstantane:
Bizdeki katılımcılarda öz İsveçlilerle göçmenler sayıca yarı yarıya diyelim.
Genelliyorum tabii ama…
İsveçliler işsiz olmayı feci utanılacak bir şey olarak görüyorlar ve psikolojileri bundan inanılmaz etkileniyor. Kendilerini son derece değersiz buluyorlar. Ancak bu durumu dışarı vurmamaya özen gösteriyorlar. Başlarını dik tutup ellerinden geleni yapmaya gayret ediyorlar. Daha önce öğretmenlik yapmış biri yaşlıların kıçına bez takacağı bir işi almak için CV yazmaya gocunmuyor.
Neden? Çünkü toplum, bir ortak kasa olarak görülüyor bu insanlar tarafından. Bu kasaya sen de bir şey koyuyorsan bir değerin var. Kasadan sürekli harçlık yiyorsan, o çok fena. Utanç verici bir şey. Ancak iki iş arasında birkaç ay boş gezersen kasadan yemek okey. Boşluk uzadı mı bu insanlar günden güne eriyor, küçülüyor, bitiyor. Kısaca birey, kendisini topluma borçlu görüyor. İşsizlik, bu borcun büyümesi, senin de onun altında ezilmen demek.
Şimdi bunun devamında yabancılar tembel, çalışmak istemiyorlar falan demeyeceğim. Çünkü çalışmak istiyorlar ve işsiz olmaktan da son derece mutsuzlar. Ancak ciddi bir fark var İsveçlilerle aralarında. İş bulamamalarında kendilerinden başka herkesi sorumlu görüyorlar ve bu zamanla büyük bir öfkeye dönüşüyor. İsveçliler topluma olan borçlarının altında eriyip yerin dibine girerlerken göçmenler toplumdan hep alacaklı oldukları için en ufak bir negatiflikle karşılaştıklarında öfkelerinin rüzgarlarına binip gökyüzünde sörf yapmaya çıkıyorlar.
Diş teknisyenliği mezunusun (öyle matah bir şey de değil ha), iş bulamadın. Minibüs sürüyorsun. Ancak ”och?” der bir Kuzeyli sana. yani, ”ee, napalım?”. Güneyde ise ciddi tezahürat alıyorsun. Herkes seninle beraber. Seni güzel, forslu, dolgun maaşlı bir işte çalışmaktan alıkoyanları beraberce dövüyorsunuz.
Bu çiğ tavrı nankörlükle açıklamak biraz kolaya kaçmak olur. Belirgin bir kültür farkı var. Sözelcilikten PhD’si olanlar incelesin. Bulduklarını bize söylesinler. Kolonyalizm, beyazlık, ayrıcalık sahibi olmak, ırkçılık gibi zırvalar dışında bulacakları her şeyi dinlemeye hazırım.
III
Çin Vebası’nın ortaya çıkışı ile online eğitim ve uzaktan çalışma hayatımızın bir parçası oldu. Gördüğüm kadarıyla çoğumuz bundan memnun değiliz. Erkeklerin yüzde şu kadarı, kadınların da yüzde bu kadarı Zoom toplantılarında kamerayı kapatıyormuş. Kadınların kamerayı daha çok kapalı tutmak istemeleri onlara dayatılan güzellik normlarıyla falan ilişkilendiriliyor. Doğru olabilir. Bir güzellik normunun dayatılması falan değil de kadınların kendilerini güzel bulmadıklarında kamerada görünmek istememeleri doğru olabilir.
Bir de Zoom toplantıları ile beraber iş arkadaşlarımızın evlerine girmeye başlamışız. Aldığımız maaşların eşit olmaması evlerimizdeki perdelerden mobilyalara ve aydınlatmaya kadar yansıyormuş. Oralardan da Zoom kareciğine. Buna tamamen katılırım işte. Özel işlerimi cumartesi pazarlara taşıdığımdan o günlerde insanlarla Zoom’laşıyorum ben de. İsveçliler genelde hafta sonlarını kulübelerinde geçirirler. Her bir kulübenin ekranda arka plana sığanı kadarından emlâk piyasasında kaç milyon kron ederi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim size. Ha bir de gelirler eşit olduğunda ortaya çıkan zevk eşitsizliği var. Devrim mevrim bir şey yapamaz ona. Zevkliden alıp zevksize veremezsin.
Filtrelerle herkesin eşit derecede lüks ve güzel olabildiği bu dünyada Around adlı video uygulaması butik sosyalizm tadı bırakıyor ağızlarda. Denemenizi tavsiye ederim. Bütün arka planı değil, sadece kafanızı alıyor. Onu da filtreyle güzelleştiriyorsunuz. Katılımcıların kafaları ekranda minik toplar olarak asılı kaldığı için siz de arkada excel’le falan uğraşabiliyorsunuz. Fareyle bu topları istediğiniz köşeye kaydırabiliyorsunuz. Gmail, G-suite ve Google Takvim uygulaması ile entegre çalıştırılabiliyor. Bu bire bir video görüşmeleri, webinarlar, eventler vesaireler veba vesilesiyle çağ atladı. Vectera, OneStream, Restream, BigMarker, Airmeet falan, neden ilgileniyorum? Minik bir stüdyo kuruyorum şimdi ofiste. 30 veya 50 yaşında Tuber veya podcast’cı olmaya heves edenler varsa onlara da imkânlar açabiliriz belki. Terzi söküğünü dikemezmiş.
Neyse… Viva la revolución!


Posted

in

Tags:

Comments

Leave a Reply