Köpekler üzerinden sembolik iletişimimiz

Tüm karmaşık ve zalimce üretim biçimleriyle, köpekler, insanın hem  umutlarının hem de zaaflarının en önemli sembolleridir.

Walt Disney’in Lady and the Tramp’ı (1955), klasik bir insan hikayesini köpekler aracılığıyla anlatır. Varoşlardan bir adama aşık olan zengin bir kadın.  Üst sosyo-ekonomik sınıfa mensup altın rengi saçlı kız ve sokaklarda sürten ne idüğü belirsiz bir adam.

Lady ve Tramp, ‘safkan’ ve ‘soyağacı’ kavramlarımız nedeniyle yukardaki sınıflandırmaları rahatlıkla temsil edebilirler. Binlerce yıllık evcilleştirmeden sonra evcil hayvanlarımıza soyağaçları verdik ve onları ırklarıyla tanımladık. Evcil hayvanlarımız, insanların doğasını yansıtan bir kimlik kazandılar ve soy ve üretim üzerine gittikçe artan merak ve keşiflerimizi sembolize ettiler. Lady, daima safkan bir köpektir, Tramp ise bir çomar.

İnsan icadı olan bu kimlikler, köpeklerin kendilerinden çok onları hayatımızda konumlandırdığımız yer hakkında bilgi verir bize. İnsanların çalışan hayvanlar kadar evcil hayvanlara da sahip olma arzusu eskidir ve bunun sınırını anlamak tarihte geriye doğru gittikçe zorlaşır. Evcilleştirilmiş hayvanlara karşı düşkünlüğümüz, “çiftlik hayvanları” ve “evcil hayvan” arasında bir yerde bulunan at ve köpek gibi hayvanlarla belirsiz bir konumda karşımıza çıkar.

Köpekler, ilk kurtların bir kamp ateşine yaklaşmasından bu yana binlerce yıldır evcilleştirildi. Evcil hayvanların özelliklerinden biri, sarkık kulaklar gibi ayırt edici özellikler geliştirmeleridir. (Aynı şey evcilleştirilmiş tilkilerde de olur). Bu, insanoğlunun niyetinden bağımsız olarak gerçekleşiyor gibi görünüyor, ancak modern köpeklerin diğer bazı özellikleri (küçük boy veya tüy renkleri) yapay seleksiyonun sonucudur. Köpekler, farklı işler yapmak ve bize farklı şekillerde hizmet etmek için yardımımızla gelişti.

Sanata meraklılar bilecektir, tablolar, erken modern dönemde Avrupa’nın ticaret ile artan zenginliğine bağlı olarak daha fazla evcil hayvanı ve onların ailedeki rollerini görmemizi sağlarlar. Küçük ve tüylü yoldaşlar, Elizabeth dönemi sanatında aristokratlardan ayrılmaz bir parça olmaya başladılar, iş hayvanı olamayacak kadar küçük köpekler, bu türlere zevk ve keyif için sahip olmanın zenginliğini simgelediler. Dutch Old Masters’da düzenli olarak görünen küçük kahverengi ve beyaz spanyeller, işçiden çok yol arkadaşı olan küçük köpeklerin popülaritesini gösteriyor.

İngiliz İç Savaşı sırasında Ren Prensi Rupert, köpeği Boy ile birlikte savaşa girdi. Kaniş olduğunu anladığımız bu köpek, belki de ilk ünlü köpeklerden biriydi ve bazıları tarafından sihirli güçlere sahip olarak kabul edildi. Boy, süvari atının yelesi gibi uzun, dalgalı saçlarla tasvir edildi.

Safkan köpekler fikri oldukça geç ortaya çıkmıştır. Hayvanları becerilerinden ziyade  fenotipleri için tercih etmeye başladık. Bunlar elbette birbirinin yerine de geçerler: Bir tazıyı görünüşünden tanırız ve tazıların hangi konularda becerikli olduklarını biliriz.

Köpek yetiştiriciliği ve soyağacıyla tanışmamız, Viktorya dönemine damgasını vuran bilim ve duygusallığın kasıtlı karışımı sebebiyledir.  Sonradan elde ettikleri parayla kendilerine yükselen ‘elit’ bir sınıf yaratan orta sınıf, kendi soyağacına odaklanmaya başlayınca köpekler de sınıflandırılmaya başlandı.İngiltere’deki Kennel Kulübü 1873’te kuruldu; American Kennel Club (AKC) ise 1884’te. Köpek şovu olan Crufts, 1891’de başladı. Bir ırk tanımlandıktan sonra, bir köpek, yalnızca ebeveynleri aynı ırk kaydındaysa ve sosyete basınında ırkla ilgili paralellikler mevcutsa, o ırktan olarak tescillenirdi.

Bazı ırk hayranları, köpeklerinin bir grup Viktorya dönemi evcil hayvan meraklısının takip ettiği geleneğe kıyasla çok daha eski bir gelenekten geldiğine inanmak için hala daha eski bir soy bulmayı umuyorlar. İnsanlar kendi soy ağaçlarında bir konuda ünlenmiş ve önemli bir insan bulmayı umarken, köpeklerinin çok eski zamanlarla olan bağı simgelemesini istiyor. İnsanlar ayrıca köpeklerinin atalarını belirlemek için kırma köpeklere de DNA testi yapıyor.20. yüzyılın ortalarında, istedikleri özellikleri elde etmek için bazı köpek kulüpleri tarafından “akrabalı yetiştirme” (yakın akrabalar arasında çiftleşmeyi teşvik ederek) uygulandı. Bu işlemin çok fazla genetik rahatsızlığı olan birçok hayvanın üretilmesiyle sonuçlandığını söyleyebiliriz.

Bunun en açık örneklerinden biri kanişti.

Kaniş nüfusunda patlama

Bu ırkın üretimdeki artışı, 1949 doğumlu Annsown Sir Gay adlı şampiyon bir köpeğe kadar uzanıyor.  O, çok fazla sayıda yarışma kazanmış ve bir batında doğan 21 yavruya babalık yapmış üretken bir damızlıktı. Diğer köpek kulübeleri, bu soydan köpeklere sahip olmaya ve genetik etkilerini ırk boyunca yaymaya hevesliydi. İçlerinden bir tanesi, Gay Knight, 1959’da Wycliffe köpek kulübelerinde içlerinde beş adet kazanan olan yavruların damızlığıydı.

1949’da 2.165 olan kaniş nüfusu 1959’da 58.000’e sıçradı.

Bu yavruların genlerine bugün hala rastlanılır ve hatta genetik analizde “yüzde x Wycliffe” olarak tanımlanırlar. Birleşik Krallık, ABD ve Avustralya’daki kanişlerin hepsi bu mirası paylaşıyor. 90’lara gelindiğinde, kayıtlı kanişlerin genlerinin yüzde 40’ından fazlası Wycliffe gen havuzundan geliyordu ve siyah kanişler için bu oran yüzde 50’ye kadar çıkıyordu. Bu kısmen kanişlerin savaş sonrası hızla artan popülaritesinden kaynaklanıyordu. American Kennel Club kayıtları 1949’da 2.165’ten 1959’da 58.000’e sıçradı. Kulüpler talebi karşılamak için çok sayıda yavru üretiyordu (bugün, ABD’de yılda 250.000’den fazla kaniş için kayıt yaptırılıyor).

Kanişler, yapay seleksiyonun genetik sorunlara sebep olduğu  tek köpek ırkı değildir. Ancak, ayırt edici görünümleri ve morfolojileri nedeniyle, safkan hayvanların zaman içindeki değişimini en keskin şekilde gösteren ırklardan biridir. Suda yalıtımı sağlayan sıkı ve kıvırcık saçlarıyla zeki ve iyi bir yüzücü olan kanişlerin kökenleri kuş yakalayan av köpeklerine dayanır.

Bazı köpek ırklarının görünüşü, gelişen bir estetiği ve teknolojik ilerlemeleri temsil eden kanişler kadar değişti. 20. yüzyılın başlarında, kanişlerin rastalarla ‘ipli‘ olarak gösterilmesi yaygındı.

Popüler kültüre ait bir karakter olan kuzen Itt’e benziyor.

Kanişlerle ilişkilendirdiğiniz tüy kesimi – yani baş ve omuzlarda saç, traş edilmiş bir orta bölüm, ayak bileklerinde, kuyruk ucunda ve kalçada olan ponponlar – eski resimlerde daha özensiz görünüyor, fakat elektrikli kesme makinelerinin ve fön makinesinin geliştirilmesi ile bunun da değiştiğini görüyoruz.

Kanişlere uygulanan bu kesim modeli o kadar meşhur bir silüet oldu ki 1950’lerde bir moda motifi haline geldi ve tekstillerde, baskılarda ve logolarda tekrarlandı. Diğer köpeklerin de modaya uygun olarak estetiği gelişti.

Kısa yüzleri olan pug tipi köpeklerin (brakisefali olarak bilinen bir durum) son yıllarda popülaritesinin arttığını görüyoruz. Bu hayvanlar kafatası şekli nedeniyle solunum problemlerine eğilimlidirler. Bu, neoteninin bir temsilidir.

‘Neoteni’, bir yetişkinde (hem fenotipik hem de davranışsal olarak) gençliğe özgü özelliklerin devam etmesini ifade eder. Bu, herhangi bir hayvanın insanlarda uyandırabileceği “sevimli!!” tepkisine yol açan bir özelliktir, orantılı olarak büyük gözler, ileriye dönük ve yuvarlak bir yüz. Tıpkı bir insan bebeği gibi. Köpek savunmasız ve bakımımıza ihtiyacı var olarak algılanır. Küçük yüzlerine bakarız ve bu bizim bakım verme isteğimizi tetikler. Bu hayvanlara isteklerimizi yansıtıp, insansı özellikler atfetmemiz de daha kolaydır. Bugünün evcil hayvanının adı muhtemelen dünün Queenie veya Rex’i yerine Bella veya Jack (bunlar çocuklar için de popüler isimler) olacaktır.

Son on yılda son derece popüler hale gelen Fransız buldoğu, neoteni karakteristiğine sahip olmasının yanı sıra küçük bir hayvan olduğu için apartmanda bakılması da kolaydır. Şarkıcı Lady Gaga’nın 2021’de çalınan köpekleri Fransız buldoklarıydı. Köpek hırsızlığı bugün öyle bir tehdittir ki, sahipleri köpeklerini toplum içine çıkarmaktan endişe ediyor. Fransız buldok yavruları binlerce dolara satılıyor. Bu hayvanlar şüphesiz şirinliği simgeliyor, ancak nakit değeri, onları lüks bir ürün de yapmakta.

İngiliz buldoklarının doğumları yüzde 85 oranında sezaryen ile gerçekleşir

Ekonomist Thorstein Veblen, 1899’da ortaya koyduğu Aylak Sınıf Teorisinde (The Theory of the Leisure Class) gördüğü yapay seleksiyon ile yetiştirilmiş süs köpekleri hakkında şunları yazmıştı:

Köpeklerin ticari değeri, yüksek üretim maliyetine bağlıdır ve sahipleri için değerleri, en temelde gösterişçi tüketim öğeleri olarak görülebilirliklerinde yatmaktadır.

Yavruların kafaları annenin pelvisi için çok büyük olduğundan doğumların yüzde 85‘inin sezaryen gerektirdiği İngiliz buldoklarında fiziksel bozulma aşırı uçlara gitmiştir. Bu köpekler doğada asla bu şekilde evrimleşmiş olamazlar, tamamen insan yapımıdırlar ve ırklar üzerindeki egemenliğimizi temsil ederler.

AKC’nin popüler ırklar listesine sürekli girip çıkan türler var.

1920’lerde, Çov Çov popülerdi, daha sonra, on yıllar boyunca ilk 10 listesinden düşmüştür. Art Deco eserlerde, Borzoy ve Saluki gibi nispeten daha az bilinen ırkları, modaya uygun siluete göre ince ve köşeli çerçeveleriyle görürüz.

Listenin en önemli isimlerinden biri, 30 yılı aşkın süredir bir numarada yer alan Labradordur. Aslen bir av köpeği olan Labrador, sadakat ve istikrarın sembolüdür ve Golden Retriever ile birlikte saygın bir aile hayvanıdır. Labradorlar da aslında iş hayvanlardır, rehber köpekler, polis arama-kurtarma ve patlayıcı ve narkotik uzmanlığı gibi. Ama onlar bile akrabalı yetiştirmenin bazı genetik sorunlarından muzdariptirler: kalça displazisi, diğer büyük köpeklerde olduğu gibi, bu ırkta da yaygındır ve Labradorlar özellikle kansere yatkındır.

Irkların popülaritesi kültürden büyük ölçüde etkilenir. Rin Tin Tin, 1920’lerde sessiz filmlerde ilk kez göründükten sonra Alman çoban köpeğini ana akım evcil hayvan seçimi haline getirdi. Lassie’nin filmleri ve TV şovları, Collie’yi herkesin oturma odasına getirdi ve kısa süre sonra bir aile hayvanı olarak daha fazla talep gördü. Çeşitli 101 Dalmaçyalı filmleri bu yavruların hızlı bir şekilde gördükleri talebi arttırdı, ardından popülerliği azaldıkça Dalmaçyalıların barınaklara bırakılması arttı. Bu köpeklerin her birinin seçimi, sahiplerinden gelen kültürel bir mesajdır. Irklar, tüketici tercihi açısından marka haline geldi.

Evcil hayvan olarak köpek seçimimizle sınıfımıza, tercihlerimize ve kişiliğimize gönderme yaparız. Bir Labrador sahibi banliyö yaşam tarzı veya geleneksel değerlerle bağdaşıyor olabilir. Köpek sahipliği şekliyle okunabilecek semboller, hem bizim adlandırdığımız ve ona davrandığımız şekliyle köpekle olan iletişimimiz, hem de sahip olduğumuz şeyin ne anlama geldiğine dair toplumun geri kalanıyla olan iletişimimiz ile ilgilidir. Ve bu anlam, hayvanlarla olan ilişkimizin ortak evrimi sonucunda değişmiştir. Tıpkı köpek ve insan ilişksinide, köpeklerin ‘kendilerini evcilleştirmiş’ taraf olarak değerlendirilmesi, bunun bizim değil, onların tercihi olduğu fikri gibi.

Kendimize köpeklerin yaşam tarzlarımızı seçtiğini veya istediğimiz şeyleri tercih ettiğini anlattığımız hikaye (ne şanslıyız, tercihlerimizi paylaşan bir evcil hayvana sahibiz!), köpeklerin besleme biçimine bile yansır. Son yıllarda evcil hayvanlar için çiğ mama bir trend oldu. Bazıları köpeklerini organik besler, hatta evcil hayvanlarına – vegan beslenme gibi – insanların beslenme alışkanlıklarını uyarlamaya çalışır. Bu sahipler, hem antropomorfik bir eğilimi ve sosyal statü arzusu hem de bir dereceye kadar aldanma gösterirler. Temel evcil hayvan mamasıyla köpeklerini besleyenler ise evcil hayvanlarını umursamadıkları için utandırılırlar. (Bu beklentiler, bazı sosyal çevrelerde, tabii ki, diğerlerinden daha fazla görülür.)

Muhtemelen köpek yavrusu dolandırıcılığını duymuşsunuzdur. İnsanların internet üzerinden canlı hayvan satın almalarının yarı normal hale geldiği bir piyasada birçok insana ulaşmak,  internetin aşina olduğumuz dezavantajlarından biridir. Alıcı, internette bir reklam görür ve köpek yavrusu için ödeme gönderir. Pek çok çevrimiçi soygunda, ‘satıcı’ bu noktada nakitle birlikte ortadan kaybolur. Ancak köpek yavrusu dolandırıcılığı genellikle daha da ileri gider. Başka bir e-posta. Köpek yavrusu aniden tıbbi bakıma ihtiyaç duyar. Lütfen para gönderin. Taşınması için özel bir kafes. Ah hayır! Köpek yavrusu Hartsfield-Jackson havaalanında pistte mahsur kaldı ve Delta ekstra bir ulaşım ücreti talep ediyor! Olay örgüsü, aldatılanın aklının başına gelmesine kadar devam eder. Bu süre, tahmin ettiğinizden çok daha uzun olabilir.

Ancak bu, tıpkı flört dolandırıcılığı gibi işe yarar çünkü insanlar buna hem duygusal hem de finansal olarak yatırım yaparlar.

Barınaktan hayvan sahiplenme

Geçen çeyrek yüzyıldaki son trend, bir barınaktan evcil hayvan sahiplenmenin, evcil hayvanı yetiştiriciden satın almaktan daha faziletli olduğu iddiasıyla, hayvanları ‘kurtarma’ mesajı üstüne oldu. Hayvanlara gereksiz yere ötanazi yapıldığı ve kurtarılabileceği mesajı çok etkili oldu. Bununla birlikte, bir yetiştiriciden köpek satın almaktansa bir köpeği sahiplenmenin daha iyi olduğu argümanı, 1970’lerden bu yana barınak nüfusunun önemli ölçüde düştüğü gerçeğini gözden kaçırıyor.

Aslında, her köpek sahibi olmak isteyen bir insan bir evcil hayvan için oraya gitse, barınaklarda talebi karşılayacak kadar köpek olmadığı anlaşılır. Bu, son derece etkili kısırlaştırma mesajlarının sonucudur ve kesinlikle hayvan refahı savunucularının kutlaması gereken bir sonuçtur. Mikroçipleme, daha fazla kayıp köpeğin eve dönüş yolunu bulması anlamına geliyor. Sürpriz yavrulara sahip olan aile köpeği ve süpermarketlerde 30 yıl önce olduğu gibi panoya sabitlenmiş “sıcak bir yuva karşılığı ücretsiz” reklamları da artık olağan bir durum değil. (Gelişmiş ve organize olabilen toplumlarda).

Sahiplenmek için yaygara koparan insan sayısı, mevcut köpek sayısından daha fazla.

“Aile üyeleri” ve “tüylü yoldaşlarımız” söylemimiz, onları bir tüketim malından başka bir şeymiş gibi gösterse de, internette köpekler için bir pazarın olması, onların kaçınılmaz olarak pazarın ne ölçüde büyük bir parçası olduklarını gösteriyor.

Ancak bu durum ters teşvik sistemini yarattı. Başka bir grup, “kurtarma ekipleri”, son yıllarda katlanarak büyüdü. ‘Barınak’ ve ‘kurtarma’ terimleri genellikle birbirinin yerine kullanılsa da, bunlar birbirlerinin yerine kullanılabilen isimler değildirler. Barınak, belediyelere aittir veya ASPCA/RSPCA gibi kar amacı gütmeyen bir kuruluştur. Kurtarma ekipleri, genellikle belirli bir ırka odaklanarak köpekler için yuva bulan özel kuruluşlardır. Kurtarma çalışmaları, köpekleri ölüm barınaklarından kurtarmakla bilinir ve bu çalışma takdire şayandır.

Ancak kurtarma ve ticaret yapma arasında ince bir çizgi var. ABD’de, evcil hayvan talebinin yüksek olduğu Kuzeydoğu’daki kurtarma ekiplerinin, hayvanları Güney’deki barınaklardan satın aldığı ve alıcıların bulunduğu yere naklettiği bilinmektedir. Bazı kurtarma ekiplerinin barınak stoğunu esasen “temizlemesi”, böylece diğerlerinin evcil hayvan bulamamaları, zincirleme bir etkidir. ‘Sahiplenin, alışveriş yapmayın’ mesajı, bir köpeği sahiplenmenin yeterince kolay olduğunu ima ediyor, ancak birçok potansiyel sahip, kurtarma gruplarının (ev kontrolleri, referanslar, hatta kredi raporları) dayattığı artan talepler karşısında kendilerini engellenmiş bulduğunu ifade ediyor. Kurtarma ekipleri, bunları kolaylıkla talep edebiliyor, çünkü köpekleri sahiplenmeyi isteyen insan sayısı, mevcut köpeklerden daha fazladır.

Modaya uygun bir ırka sahip olmak, hem trend olduğunuza hem de lüks bir ürünü karşılayabileceğinize dair bir mesaj gönderir.

‘Kurtarılmış köpeğin’ sembolizmi, sahiplerinin bu köpeği barınakta yaklaşan ölüm cehenneminden veya sokaktaki korkunç hayattan uzaklaştırdıkları için kendilerini erdemli hissedebilmeleridir. Aslında, barınakta, pazardaki talebi karşılamak için yeterli köpek olmadığı için, bazı kurtarıcılar yetiştiricilerden köpek bile satın alıyor – ırka özgü kurtarmalar! – Bunu, bir köpeği bir yetiştiricinin elinden ‘kurtarmak’ olarak sunsalar da, aslında açık artırmada köpeklerin fiyatını yükseltiyorlar – ve ekonomiden az da olsa anlayan birinin görebileceği gibi, daha fazla insanı köpek yetiştirmeye teşvik ediyorlar. Kurtarıcıların köpekler için istediği fiyat (ister “yeni bir yuva bulma ücreti” olarak etiketlesinler, isterse her neyse, bu bir satış fiyatıdır) taleple birlikte tırmandı ve bazıları bu sözde istenmeyen köpekler için dört haneli fiyatlar istemeye başladı.

Yine de köpeğin son sahibi (veya tüketicisi) için, kurtarmanın aracı görevi görmesi, hayvanı bir köpek yavrusu çiftliğinden satın aldıklarını hissetmedikleri anlamına gelir. Köpek sahibi için bir zafer: özel bir kurtarmaya giderek istedikleri belirli olan ırkı elde ederler ve ‘bir yetiştiriciden satın almamış olma’ ahlaki değerini alırlar. Modaya uygun bir ırka sahip olmak, hem trend olduğunuza hem de lüks bir mal almaya gücünüzün yettiğine dair bir mesaj gönderir. Köpeğin bir kurtarma köpeği olduğunu açıklamakta  bizim ne kadar iyi bir insan olduğumuzun altını çizmenin bir yoludur.

Artan fiyatların ve köpeklere yönelik yüksek talebin karanlık bir yanı da köpek hırsızlığı ve gri piyasa ticaretidir. Bu, pandemi yoluyla hızlandı ve hayvanların nereden geldiklerinin gizlenmesine izin veren uluslararası bir hayvan trafiği oluşturdu. Daha zengin ülkelerdeki köpeklere olan yüksek talep nedeniyle, Romanya’dan, Kıbrıs’tan veya başka bir yerden bir köpeği ‘kurtarmak’ (yani satın alıp size sevk etmek) normalleşti. Zengin Batı’daki yavru köpek çiftliklerini ve evcil hayvan dükkanı satışlarını kapatmaya yönelik baskı, ‘kurtarma’ olan ürünleri ithal etti ve daha fakir ülkelere daha gevşek yasalarla dış kaynak sağladı. Diğer endüstrilerde olduğu gibi, ürünün son hailini istiyoruz, ancak üretim sürecini sevmiyoruz: ‘Bu yüzden bunu dünyanın başka bir yerine itiyoruz’.

Köpeklerle olan günlük hayatımız da onların artan parasal (ve duygusal) değerlerini yansıtarak bundan etkilendi.  Köpeklerin halka açık yerlerde tasmayla dolaştırılmasını gerektiren hüküm – gıyaben de olsa bir kültür değişikliği – köpeklerin, yüzyılın ortalarında olduğu gibi sokaklarda dolaşmadığı anlamına gelir. Köpeklerin dışkılarının sahipleri tarafından temizlenmesi gerektiğine dair yasa, kentsel alanlarda, köpeklerle  başa çıkmanın bir yolu olmaya hizmet eder, ancak aynı zamanda onların şımartılmış evcil hayvanlar olduğu fikrinin de altını çizer.

20. yüzyıl boyunca genişleyen orta sınıf bize – genellikle ücretsiz olarak edinilen ve çocukların tembel sevgisiyle yetiştirilen bir kırma köpeğin  (Baba, onu sahiplenebilir miyiz?) – evcil hayvan olduğu bir çekirdek aile modelini getirdi. O zamandan beri köpeklerin etrafında dönen bir endüstri (evcil hayvan maması, evcil hayvan oyuncakları, evcil hayvan giysileri, evcil hayvan her şeyi) dev bir pazar haline geldi.

Köpeklerin maliyeti aynı zamanda onlara – diğer hayvanlara kıyasla – daha çok sevilen aile üyeleri gibi davranmamıza yol açar (“tüylü dostum” terimi bunun için yeterli bir kanıttır). Bugünün evcil hayvanları sahiplerine yakın tutuluyor. Snoopy karakteri bugün yaratılsaydı, evin bahçesindeki köpek kulübesinde uyumayacaktı, onun yerine, oturma odasında bir yatağı olacaktı.

Barthescı bir yaklaşımla, köpekler, gösteren ve gösterilendir. Ben ve öteki arasında bir çizgi üzerinde dururlar. Bizim onları “insanlaştırdığımız”, ancak yine de onları nesne olarak kullandığımız şekilde. Size biri için o evcil bir pitbull sahibi dersem, bu kişi hakkında varsayımlarda bulunabilirsiniz ve bu varsayımlar  Yorkshire teriyeri olan bir tanıdık hakkında yaptığınız varsayımlardan çok farklı olur. Irklar, popüler kültürdeki varlıklarından, fenotiplerine, günlük yaşamda onlara yüklediğimiz anlamlara kadar birçok çağrışım kazanmışlardır.

Sadece bir köpeğe sahip olmak, tüylü sembolümüz onları dünyaya yansıttığı için, kendi kültürel değerlerimizi ifade etmenin bir yoludur.


Not: Yazının orijinali Aeon’da yayınlanmıştır. Buradaki bir çeviridir.

Tüm karmaşık ve zalimce üretim biçimleriyle, köpekler, insanın hem umutlarının hem de zaaflarının en önemli sembolleridir.
Walt Disney’in Lady and the Tramp’ı (1955), klasik bir insan hikayesini köpekler aracılığıyla anlatır. Varoşlardan bir adama aşık olan zengin bir kadın. Üst sosyo-ekonomik sınıfa mensup altın rengi saçlı kız ve sokaklarda sürten ne idüğü belirsiz bir adam.
Lady ve Tramp, ‘safkan’ ve ‘soyağacı’ kavramlarımız nedeniyle yukardaki sınıflandırmaları rahatlıkla temsil edebilirler. Binlerce yıllık evcilleştirmeden sonra evcil hayvanlarımıza soyağaçları verdik ve onları ırklarıyla tanımladık. Evcil hayvanlarımız, insanların doğasını yansıtan bir kimlik kazandılar ve soy ve üretim üzerine gittikçe artan merak ve keşiflerimizi sembolize ettiler. Lady, daima safkan bir köpektir, Tramp ise bir çomar.
İnsan icadı olan bu kimlikler, köpeklerin kendilerinden çok onları hayatımızda konumlandırdığımız yer hakkında bilgi verir bize. İnsanların çalışan hayvanlar kadar evcil hayvanlara da sahip olma arzusu eskidir ve bunun sınırını anlamak tarihte geriye doğru gittikçe zorlaşır. Evcilleştirilmiş hayvanlara karşı düşkünlüğümüz, “çiftlik hayvanları” ve “evcil hayvan” arasında bir yerde bulunan at ve köpek gibi hayvanlarla belirsiz bir konumda karşımıza çıkar.
Köpekler, ilk kurtların bir kamp ateşine yaklaşmasından bu yana binlerce yıldır evcilleştirildi. Evcil hayvanların özelliklerinden biri, sarkık kulaklar gibi ayırt edici özellikler geliştirmeleridir. (Aynı şey evcilleştirilmiş tilkilerde de olur). Bu, insanoğlunun niyetinden bağımsız olarak gerçekleşiyor gibi görünüyor, ancak modern köpeklerin diğer bazı özellikleri (küçük boy veya tüy renkleri) yapay seleksiyonun sonucudur. Köpekler, farklı işler yapmak ve bize farklı şekillerde hizmet etmek için yardımımızla gelişti.
Sanata meraklılar bilecektir, tablolar, erken modern dönemde Avrupa’nın ticaret ile artan zenginliğine bağlı olarak daha fazla evcil hayvanı ve onların ailedeki rollerini görmemizi sağlarlar. Küçük ve tüylü yoldaşlar, Elizabeth dönemi sanatında aristokratlardan ayrılmaz bir parça olmaya başladılar, iş hayvanı olamayacak kadar küçük köpekler, bu türlere zevk ve keyif için sahip olmanın zenginliğini simgelediler. Dutch Old Masters’da düzenli olarak görünen küçük kahverengi ve beyaz spanyeller, işçiden çok yol arkadaşı olan küçük köpeklerin popülaritesini gösteriyor.
İngiliz İç Savaşı sırasında Ren Prensi Rupert, köpeği Boy ile birlikte savaşa girdi. Kaniş olduğunu anladığımız bu köpek, belki de ilk ünlü köpeklerden biriydi ve bazıları tarafından sihirli güçlere sahip olarak kabul edildi. Boy, süvari atının yelesi gibi uzun, dalgalı saçlarla tasvir edildi.
Safkan köpekler fikri oldukça geç ortaya çıkmıştır. Hayvanları becerilerinden ziyade fenotipleri için tercih etmeye başladık. Bunlar elbette birbirinin yerine de geçerler: Bir tazıyı görünüşünden tanırız ve tazıların hangi konularda becerikli olduklarını biliriz.
Köpek yetiştiriciliği ve soyağacıyla tanışmamız, Viktorya dönemine damgasını vuran bilim ve duygusallığın kasıtlı karışımı sebebiyledir. Sonradan elde ettikleri parayla kendilerine yükselen ‘elit’ bir sınıf yaratan orta sınıf, kendi soyağacına odaklanmaya başlayınca köpekler de sınıflandırılmaya başlandı.İngiltere’deki Kennel Kulübü 1873’te kuruldu; American Kennel Club (AKC) ise 1884’te. Köpek şovu olan Crufts, 1891’de başladı. Bir ırk tanımlandıktan sonra, bir köpek, yalnızca ebeveynleri aynı ırk kaydındaysa ve sosyete basınında ırkla ilgili paralellikler mevcutsa, o ırktan olarak tescillenirdi.
Bazı ırk hayranları, köpeklerinin bir grup Viktorya dönemi evcil hayvan meraklısının takip ettiği geleneğe kıyasla çok daha eski bir gelenekten geldiğine inanmak için hala daha eski bir soy bulmayı umuyorlar. İnsanlar kendi soy ağaçlarında bir konuda ünlenmiş ve önemli bir insan bulmayı umarken, köpeklerinin çok eski zamanlarla olan bağı simgelemesini istiyor. İnsanlar ayrıca köpeklerinin atalarını belirlemek için kırma köpeklere de DNA testi yapıyor.20. yüzyılın ortalarında, istedikleri özellikleri elde etmek için bazı köpek kulüpleri tarafından “akrabalı yetiştirme” (yakın akrabalar arasında çiftleşmeyi teşvik ederek) uygulandı. Bu işlemin çok fazla genetik rahatsızlığı olan birçok hayvanın üretilmesiyle sonuçlandığını söyleyebiliriz.
Bunun en açık örneklerinden biri kanişti.
Kaniş nüfusunda patlama
Bu ırkın üretimdeki artışı, 1949 doğumlu Annsown Sir Gay adlı şampiyon bir köpeğe kadar uzanıyor. O, çok fazla sayıda yarışma kazanmış ve bir batında doğan 21 yavruya babalık yapmış üretken bir damızlıktı. Diğer köpek kulübeleri, bu soydan köpeklere sahip olmaya ve genetik etkilerini ırk boyunca yaymaya hevesliydi. İçlerinden bir tanesi, Gay Knight, 1959’da Wycliffe köpek kulübelerinde içlerinde beş adet kazanan olan yavruların damızlığıydı.
1949’da 2.165 olan kaniş nüfusu 1959’da 58.000’e sıçradı.
Bu yavruların genlerine bugün hala rastlanılır ve hatta genetik analizde “yüzde x Wycliffe” olarak tanımlanırlar. Birleşik Krallık, ABD ve Avustralya’daki kanişlerin hepsi bu mirası paylaşıyor. 90’lara gelindiğinde, kayıtlı kanişlerin genlerinin yüzde 40’ından fazlası Wycliffe gen havuzundan geliyordu ve siyah kanişler için bu oran yüzde 50’ye kadar çıkıyordu. Bu kısmen kanişlerin savaş sonrası hızla artan popülaritesinden kaynaklanıyordu. American Kennel Club kayıtları 1949’da 2.165’ten 1959’da 58.000’e sıçradı. Kulüpler talebi karşılamak için çok sayıda yavru üretiyordu (bugün, ABD’de yılda 250.000’den fazla kaniş için kayıt yaptırılıyor).
Kanişler, yapay seleksiyonun genetik sorunlara sebep olduğu tek köpek ırkı değildir. Ancak, ayırt edici görünümleri ve morfolojileri nedeniyle, safkan hayvanların zaman içindeki değişimini en keskin şekilde gösteren ırklardan biridir. Suda yalıtımı sağlayan sıkı ve kıvırcık saçlarıyla zeki ve iyi bir yüzücü olan kanişlerin kökenleri kuş yakalayan av köpeklerine dayanır.
Bazı köpek ırklarının görünüşü, gelişen bir estetiği ve teknolojik ilerlemeleri temsil eden kanişler kadar değişti. 20. yüzyılın başlarında, kanişlerin rastalarla ‘ipli‘ olarak gösterilmesi yaygındı.

Popüler kültüre ait bir karakter olan kuzen Itt’e benziyor.

Kanişlerle ilişkilendirdiğiniz tüy kesimi – yani baş ve omuzlarda saç, traş edilmiş bir orta bölüm, ayak bileklerinde, kuyruk ucunda ve kalçada olan ponponlar – eski resimlerde daha özensiz görünüyor, fakat elektrikli kesme makinelerinin ve fön makinesinin geliştirilmesi ile bunun da değiştiğini görüyoruz.

Kanişlere uygulanan bu kesim modeli o kadar meşhur bir silüet oldu ki 1950’lerde bir moda motifi haline geldi ve tekstillerde, baskılarda ve logolarda tekrarlandı. Diğer köpeklerin de modaya uygun olarak estetiği gelişti.
Kısa yüzleri olan pug tipi köpeklerin (brakisefali olarak bilinen bir durum) son yıllarda popülaritesinin arttığını görüyoruz. Bu hayvanlar kafatası şekli nedeniyle solunum problemlerine eğilimlidirler. Bu, neoteninin bir temsilidir.
‘Neoteni’, bir yetişkinde (hem fenotipik hem de davranışsal olarak) gençliğe özgü özelliklerin devam etmesini ifade eder. Bu, herhangi bir hayvanın insanlarda uyandırabileceği “sevimli!!” tepkisine yol açan bir özelliktir, orantılı olarak büyük gözler, ileriye dönük ve yuvarlak bir yüz. Tıpkı bir insan bebeği gibi. Köpek savunmasız ve bakımımıza ihtiyacı var olarak algılanır. Küçük yüzlerine bakarız ve bu bizim bakım verme isteğimizi tetikler. Bu hayvanlara isteklerimizi yansıtıp, insansı özellikler atfetmemiz de daha kolaydır. Bugünün evcil hayvanının adı muhtemelen dünün Queenie veya Rex’i yerine Bella veya Jack (bunlar çocuklar için de popüler isimler) olacaktır.
Son on yılda son derece popüler hale gelen Fransız buldoğu, neoteni karakteristiğine sahip olmasının yanı sıra küçük bir hayvan olduğu için apartmanda bakılması da kolaydır. Şarkıcı Lady Gaga’nın 2021’de çalınan köpekleri Fransız buldoklarıydı. Köpek hırsızlığı bugün öyle bir tehdittir ki, sahipleri köpeklerini toplum içine çıkarmaktan endişe ediyor. Fransız buldok yavruları binlerce dolara satılıyor. Bu hayvanlar şüphesiz şirinliği simgeliyor, ancak nakit değeri, onları lüks bir ürün de yapmakta.
İngiliz buldoklarının doğumları yüzde 85 oranında sezaryen ile gerçekleşir
Ekonomist Thorstein Veblen, 1899’da ortaya koyduğu Aylak Sınıf Teorisinde (The Theory of the Leisure Class) gördüğü yapay seleksiyon ile yetiştirilmiş süs köpekleri hakkında şunları yazmıştı:

Köpeklerin ticari değeri, yüksek üretim maliyetine bağlıdır ve sahipleri için değerleri, en temelde gösterişçi tüketim öğeleri olarak görülebilirliklerinde yatmaktadır.
Yavruların kafaları annenin pelvisi için çok büyük olduğundan doğumların yüzde 85‘inin sezaryen gerektirdiği İngiliz buldoklarında fiziksel bozulma aşırı uçlara gitmiştir. Bu köpekler doğada asla bu şekilde evrimleşmiş olamazlar, tamamen insan yapımıdırlar ve ırklar üzerindeki egemenliğimizi temsil ederler.
AKC’nin popüler ırklar listesine sürekli girip çıkan türler var.
1920’lerde, Çov Çov popülerdi, daha sonra, on yıllar boyunca ilk 10 listesinden düşmüştür. Art Deco eserlerde, Borzoy ve Saluki gibi nispeten daha az bilinen ırkları, modaya uygun siluete göre ince ve köşeli çerçeveleriyle görürüz.
Listenin en önemli isimlerinden biri, 30 yılı aşkın süredir bir numarada yer alan Labradordur. Aslen bir av köpeği olan Labrador, sadakat ve istikrarın sembolüdür ve Golden Retriever ile birlikte saygın bir aile hayvanıdır. Labradorlar da aslında iş hayvanlardır, rehber köpekler, polis arama-kurtarma ve patlayıcı ve narkotik uzmanlığı gibi. Ama onlar bile akrabalı yetiştirmenin bazı genetik sorunlarından muzdariptirler: kalça displazisi, diğer büyük köpeklerde olduğu gibi, bu ırkta da yaygındır ve Labradorlar özellikle kansere yatkındır.
Irkların popülaritesi kültürden büyük ölçüde etkilenir. Rin Tin Tin, 1920’lerde sessiz filmlerde ilk kez göründükten sonra Alman çoban köpeğini ana akım evcil hayvan seçimi haline getirdi. Lassie’nin filmleri ve TV şovları, Collie’yi herkesin oturma odasına getirdi ve kısa süre sonra bir aile hayvanı olarak daha fazla talep gördü. Çeşitli 101 Dalmaçyalı filmleri bu yavruların hızlı bir şekilde gördükleri talebi arttırdı, ardından popülerliği azaldıkça Dalmaçyalıların barınaklara bırakılması arttı. Bu köpeklerin her birinin seçimi, sahiplerinden gelen kültürel bir mesajdır. Irklar, tüketici tercihi açısından marka haline geldi.
Evcil hayvan olarak köpek seçimimizle sınıfımıza, tercihlerimize ve kişiliğimize gönderme yaparız. Bir Labrador sahibi banliyö yaşam tarzı veya geleneksel değerlerle bağdaşıyor olabilir. Köpek sahipliği şekliyle okunabilecek semboller, hem bizim adlandırdığımız ve ona davrandığımız şekliyle köpekle olan iletişimimiz, hem de sahip olduğumuz şeyin ne anlama geldiğine dair toplumun geri kalanıyla olan iletişimimiz ile ilgilidir. Ve bu anlam, hayvanlarla olan ilişkimizin ortak evrimi sonucunda değişmiştir. Tıpkı köpek ve insan ilişksinide, köpeklerin ‘kendilerini evcilleştirmiş’ taraf olarak değerlendirilmesi, bunun bizim değil, onların tercihi olduğu fikri gibi.
Kendimize köpeklerin yaşam tarzlarımızı seçtiğini veya istediğimiz şeyleri tercih ettiğini anlattığımız hikaye (ne şanslıyız, tercihlerimizi paylaşan bir evcil hayvana sahibiz!), köpeklerin besleme biçimine bile yansır. Son yıllarda evcil hayvanlar için çiğ mama bir trend oldu. Bazıları köpeklerini organik besler, hatta evcil hayvanlarına – vegan beslenme gibi – insanların beslenme alışkanlıklarını uyarlamaya çalışır. Bu sahipler, hem antropomorfik bir eğilimi ve sosyal statü arzusu hem de bir dereceye kadar aldanma gösterirler. Temel evcil hayvan mamasıyla köpeklerini besleyenler ise evcil hayvanlarını umursamadıkları için utandırılırlar. (Bu beklentiler, bazı sosyal çevrelerde, tabii ki, diğerlerinden daha fazla görülür.)
Muhtemelen köpek yavrusu dolandırıcılığını duymuşsunuzdur. İnsanların internet üzerinden canlı hayvan satın almalarının yarı normal hale geldiği bir piyasada birçok insana ulaşmak, internetin aşina olduğumuz dezavantajlarından biridir. Alıcı, internette bir reklam görür ve köpek yavrusu için ödeme gönderir. Pek çok çevrimiçi soygunda, ‘satıcı’ bu noktada nakitle birlikte ortadan kaybolur. Ancak köpek yavrusu dolandırıcılığı genellikle daha da ileri gider. Başka bir e-posta. Köpek yavrusu aniden tıbbi bakıma ihtiyaç duyar. Lütfen para gönderin. Taşınması için özel bir kafes. Ah hayır! Köpek yavrusu Hartsfield-Jackson havaalanında pistte mahsur kaldı ve Delta ekstra bir ulaşım ücreti talep ediyor! Olay örgüsü, aldatılanın aklının başına gelmesine kadar devam eder. Bu süre, tahmin ettiğinizden çok daha uzun olabilir.
Ancak bu, tıpkı flört dolandırıcılığı gibi işe yarar çünkü insanlar buna hem duygusal hem de finansal olarak yatırım yaparlar.
Barınaktan hayvan sahiplenme
Geçen çeyrek yüzyıldaki son trend, bir barınaktan evcil hayvan sahiplenmenin, evcil hayvanı yetiştiriciden satın almaktan daha faziletli olduğu iddiasıyla, hayvanları ‘kurtarma’ mesajı üstüne oldu. Hayvanlara gereksiz yere ötanazi yapıldığı ve kurtarılabileceği mesajı çok etkili oldu. Bununla birlikte, bir yetiştiriciden köpek satın almaktansa bir köpeği sahiplenmenin daha iyi olduğu argümanı, 1970’lerden bu yana barınak nüfusunun önemli ölçüde düştüğü gerçeğini gözden kaçırıyor.
Aslında, her köpek sahibi olmak isteyen bir insan bir evcil hayvan için oraya gitse, barınaklarda talebi karşılayacak kadar köpek olmadığı anlaşılır. Bu, son derece etkili kısırlaştırma mesajlarının sonucudur ve kesinlikle hayvan refahı savunucularının kutlaması gereken bir sonuçtur. Mikroçipleme, daha fazla kayıp köpeğin eve dönüş yolunu bulması anlamına geliyor. Sürpriz yavrulara sahip olan aile köpeği ve süpermarketlerde 30 yıl önce olduğu gibi panoya sabitlenmiş “sıcak bir yuva karşılığı ücretsiz” reklamları da artık olağan bir durum değil. (Gelişmiş ve organize olabilen toplumlarda).
Sahiplenmek için yaygara koparan insan sayısı, mevcut köpek sayısından daha fazla.
“Aile üyeleri” ve “tüylü yoldaşlarımız” söylemimiz, onları bir tüketim malından başka bir şeymiş gibi gösterse de, internette köpekler için bir pazarın olması, onların kaçınılmaz olarak pazarın ne ölçüde büyük bir parçası olduklarını gösteriyor.
Ancak bu durum ters teşvik sistemini yarattı. Başka bir grup, “kurtarma ekipleri”, son yıllarda katlanarak büyüdü. ‘Barınak’ ve ‘kurtarma’ terimleri genellikle birbirinin yerine kullanılsa da, bunlar birbirlerinin yerine kullanılabilen isimler değildirler. Barınak, belediyelere aittir veya ASPCA/RSPCA gibi kar amacı gütmeyen bir kuruluştur. Kurtarma ekipleri, genellikle belirli bir ırka odaklanarak köpekler için yuva bulan özel kuruluşlardır. Kurtarma çalışmaları, köpekleri ölüm barınaklarından kurtarmakla bilinir ve bu çalışma takdire şayandır.
Ancak kurtarma ve ticaret yapma arasında ince bir çizgi var. ABD’de, evcil hayvan talebinin yüksek olduğu Kuzeydoğu’daki kurtarma ekiplerinin, hayvanları Güney’deki barınaklardan satın aldığı ve alıcıların bulunduğu yere naklettiği bilinmektedir. Bazı kurtarma ekiplerinin barınak stoğunu esasen “temizlemesi”, böylece diğerlerinin evcil hayvan bulamamaları, zincirleme bir etkidir. ‘Sahiplenin, alışveriş yapmayın’ mesajı, bir köpeği sahiplenmenin yeterince kolay olduğunu ima ediyor, ancak birçok potansiyel sahip, kurtarma gruplarının (ev kontrolleri, referanslar, hatta kredi raporları) dayattığı artan talepler karşısında kendilerini engellenmiş bulduğunu ifade ediyor. Kurtarma ekipleri, bunları kolaylıkla talep edebiliyor, çünkü köpekleri sahiplenmeyi isteyen insan sayısı, mevcut köpeklerden daha fazladır.
Modaya uygun bir ırka sahip olmak, hem trend olduğunuza hem de lüks bir ürünü karşılayabileceğinize dair bir mesaj gönderir.
‘Kurtarılmış köpeğin’ sembolizmi, sahiplerinin bu köpeği barınakta yaklaşan ölüm cehenneminden veya sokaktaki korkunç hayattan uzaklaştırdıkları için kendilerini erdemli hissedebilmeleridir. Aslında, barınakta, pazardaki talebi karşılamak için yeterli köpek olmadığı için, bazı kurtarıcılar yetiştiricilerden köpek bile satın alıyor – ırka özgü kurtarmalar! – Bunu, bir köpeği bir yetiştiricinin elinden ‘kurtarmak’ olarak sunsalar da, aslında açık artırmada köpeklerin fiyatını yükseltiyorlar – ve ekonomiden az da olsa anlayan birinin görebileceği gibi, daha fazla insanı köpek yetiştirmeye teşvik ediyorlar. Kurtarıcıların köpekler için istediği fiyat (ister “yeni bir yuva bulma ücreti” olarak etiketlesinler, isterse her neyse, bu bir satış fiyatıdır) taleple birlikte tırmandı ve bazıları bu sözde istenmeyen köpekler için dört haneli fiyatlar istemeye başladı.
Yine de köpeğin son sahibi (veya tüketicisi) için, kurtarmanın aracı görevi görmesi, hayvanı bir köpek yavrusu çiftliğinden satın aldıklarını hissetmedikleri anlamına gelir. Köpek sahibi için bir zafer: özel bir kurtarmaya giderek istedikleri belirli olan ırkı elde ederler ve ‘bir yetiştiriciden satın almamış olma’ ahlaki değerini alırlar. Modaya uygun bir ırka sahip olmak, hem trend olduğunuza hem de lüks bir mal almaya gücünüzün yettiğine dair bir mesaj gönderir. Köpeğin bir kurtarma köpeği olduğunu açıklamakta bizim ne kadar iyi bir insan olduğumuzun altını çizmenin bir yoludur.
Artan fiyatların ve köpeklere yönelik yüksek talebin karanlık bir yanı da köpek hırsızlığı ve gri piyasa ticaretidir. Bu, pandemi yoluyla hızlandı ve hayvanların nereden geldiklerinin gizlenmesine izin veren uluslararası bir hayvan trafiği oluşturdu. Daha zengin ülkelerdeki köpeklere olan yüksek talep nedeniyle, Romanya’dan, Kıbrıs’tan veya başka bir yerden bir köpeği ‘kurtarmak’ (yani satın alıp size sevk etmek) normalleşti. Zengin Batı’daki yavru köpek çiftliklerini ve evcil hayvan dükkanı satışlarını kapatmaya yönelik baskı, ‘kurtarma’ olan ürünleri ithal etti ve daha fakir ülkelere daha gevşek yasalarla dış kaynak sağladı. Diğer endüstrilerde olduğu gibi, ürünün son hailini istiyoruz, ancak üretim sürecini sevmiyoruz: ‘Bu yüzden bunu dünyanın başka bir yerine itiyoruz’.
Köpeklerle olan günlük hayatımız da onların artan parasal (ve duygusal) değerlerini yansıtarak bundan etkilendi. Köpeklerin halka açık yerlerde tasmayla dolaştırılmasını gerektiren hüküm – gıyaben de olsa bir kültür değişikliği – köpeklerin, yüzyılın ortalarında olduğu gibi sokaklarda dolaşmadığı anlamına gelir. Köpeklerin dışkılarının sahipleri tarafından temizlenmesi gerektiğine dair yasa, kentsel alanlarda, köpeklerle başa çıkmanın bir yolu olmaya hizmet eder, ancak aynı zamanda onların şımartılmış evcil hayvanlar olduğu fikrinin de altını çizer.
20. yüzyıl boyunca genişleyen orta sınıf bize – genellikle ücretsiz olarak edinilen ve çocukların tembel sevgisiyle yetiştirilen bir kırma köpeğin (Baba, onu sahiplenebilir miyiz?) – evcil hayvan olduğu bir çekirdek aile modelini getirdi. O zamandan beri köpeklerin etrafında dönen bir endüstri (evcil hayvan maması, evcil hayvan oyuncakları, evcil hayvan giysileri, evcil hayvan her şeyi) dev bir pazar haline geldi.
Köpeklerin maliyeti aynı zamanda onlara – diğer hayvanlara kıyasla – daha çok sevilen aile üyeleri gibi davranmamıza yol açar (“tüylü dostum” terimi bunun için yeterli bir kanıttır). Bugünün evcil hayvanları sahiplerine yakın tutuluyor. Snoopy karakteri bugün yaratılsaydı, evin bahçesindeki köpek kulübesinde uyumayacaktı, onun yerine, oturma odasında bir yatağı olacaktı.
Barthescı bir yaklaşımla, köpekler, gösteren ve gösterilendir. Ben ve öteki arasında bir çizgi üzerinde dururlar. Bizim onları “insanlaştırdığımız”, ancak yine de onları nesne olarak kullandığımız şekilde. Size biri için o evcil bir pitbull sahibi dersem, bu kişi hakkında varsayımlarda bulunabilirsiniz ve bu varsayımlar Yorkshire teriyeri olan bir tanıdık hakkında yaptığınız varsayımlardan çok farklı olur. Irklar, popüler kültürdeki varlıklarından, fenotiplerine, günlük yaşamda onlara yüklediğimiz anlamlara kadar birçok çağrışım kazanmışlardır.
Sadece bir köpeğe sahip olmak, tüylü sembolümüz onları dünyaya yansıttığı için, kendi kültürel değerlerimizi ifade etmenin bir yoludur.
Not: Yazının orijinali Aeon’da yayınlanmıştır. Buradaki bir çeviridir.

Tüm karmaşık ve zalimce üretim biçimleriyle, köpekler, insanın hem umutlarının hem de zaaflarının en önemli sembolleridir.
Walt Disney’in Lady and the Tramp’ı (1955), klasik bir insan hikayesini köpekler aracılığıyla anlatır. Varoşlardan bir adama aşık olan zengin bir kadın. Üst sosyo-ekonomik sınıfa mensup altın rengi saçlı kız ve sokaklarda sürten ne idüğü belirsiz bir adam.
Lady ve Tramp, ‘safkan’ ve ‘soyağacı’ kavramlarımız nedeniyle yukardaki sınıflandırmaları rahatlıkla temsil edebilirler. Binlerce yıllık evcilleştirmeden sonra evcil hayvanlarımıza soyağaçları verdik ve onları ırklarıyla tanımladık. Evcil hayvanlarımız, insanların doğasını yansıtan bir kimlik kazandılar ve soy ve üretim üzerine gittikçe artan merak ve keşiflerimizi sembolize ettiler. Lady, daima safkan bir köpektir, Tramp ise bir çomar.
İnsan icadı olan bu kimlikler, köpeklerin kendilerinden çok onları hayatımızda konumlandırdığımız yer hakkında bilgi verir bize. İnsanların çalışan hayvanlar kadar evcil hayvanlara da sahip olma arzusu eskidir ve bunun sınırını anlamak tarihte geriye doğru gittikçe zorlaşır. Evcilleştirilmiş hayvanlara karşı düşkünlüğümüz, “çiftlik hayvanları” ve “evcil hayvan” arasında bir yerde bulunan at ve köpek gibi hayvanlarla belirsiz bir konumda karşımıza çıkar.
Köpekler, ilk kurtların bir kamp ateşine yaklaşmasından bu yana binlerce yıldır evcilleştirildi. Evcil hayvanların özelliklerinden biri, sarkık kulaklar gibi ayırt edici özellikler geliştirmeleridir. (Aynı şey evcilleştirilmiş tilkilerde de olur). Bu, insanoğlunun niyetinden bağımsız olarak gerçekleşiyor gibi görünüyor, ancak modern köpeklerin diğer bazı özellikleri (küçük boy veya tüy renkleri) yapay seleksiyonun sonucudur. Köpekler, farklı işler yapmak ve bize farklı şekillerde hizmet etmek için yardımımızla gelişti.
Sanata meraklılar bilecektir, tablolar, erken modern dönemde Avrupa’nın ticaret ile artan zenginliğine bağlı olarak daha fazla evcil hayvanı ve onların ailedeki rollerini görmemizi sağlarlar. Küçük ve tüylü yoldaşlar, Elizabeth dönemi sanatında aristokratlardan ayrılmaz bir parça olmaya başladılar, iş hayvanı olamayacak kadar küçük köpekler, bu türlere zevk ve keyif için sahip olmanın zenginliğini simgelediler. Dutch Old Masters’da düzenli olarak görünen küçük kahverengi ve beyaz spanyeller, işçiden çok yol arkadaşı olan küçük köpeklerin popülaritesini gösteriyor.
İngiliz İç Savaşı sırasında Ren Prensi Rupert, köpeği Boy ile birlikte savaşa girdi. Kaniş olduğunu anladığımız bu köpek, belki de ilk ünlü köpeklerden biriydi ve bazıları tarafından sihirli güçlere sahip olarak kabul edildi. Boy, süvari atının yelesi gibi uzun, dalgalı saçlarla tasvir edildi.
Safkan köpekler fikri oldukça geç ortaya çıkmıştır. Hayvanları becerilerinden ziyade fenotipleri için tercih etmeye başladık. Bunlar elbette birbirinin yerine de geçerler: Bir tazıyı görünüşünden tanırız ve tazıların hangi konularda becerikli olduklarını biliriz.
Köpek yetiştiriciliği ve soyağacıyla tanışmamız, Viktorya dönemine damgasını vuran bilim ve duygusallığın kasıtlı karışımı sebebiyledir. Sonradan elde ettikleri parayla kendilerine yükselen ‘elit’ bir sınıf yaratan orta sınıf, kendi soyağacına odaklanmaya başlayınca köpekler de sınıflandırılmaya başlandı.İngiltere’deki Kennel Kulübü 1873’te kuruldu; American Kennel Club (AKC) ise 1884’te. Köpek şovu olan Crufts, 1891’de başladı. Bir ırk tanımlandıktan sonra, bir köpek, yalnızca ebeveynleri aynı ırk kaydındaysa ve sosyete basınında ırkla ilgili paralellikler mevcutsa, o ırktan olarak tescillenirdi.
Bazı ırk hayranları, köpeklerinin bir grup Viktorya dönemi evcil hayvan meraklısının takip ettiği geleneğe kıyasla çok daha eski bir gelenekten geldiğine inanmak için hala daha eski bir soy bulmayı umuyorlar. İnsanlar kendi soy ağaçlarında bir konuda ünlenmiş ve önemli bir insan bulmayı umarken, köpeklerinin çok eski zamanlarla olan bağı simgelemesini istiyor. İnsanlar ayrıca köpeklerinin atalarını belirlemek için kırma köpeklere de DNA testi yapıyor.20. yüzyılın ortalarında, istedikleri özellikleri elde etmek için bazı köpek kulüpleri tarafından “akrabalı yetiştirme” (yakın akrabalar arasında çiftleşmeyi teşvik ederek) uygulandı. Bu işlemin çok fazla genetik rahatsızlığı olan birçok hayvanın üretilmesiyle sonuçlandığını söyleyebiliriz.
Bunun en açık örneklerinden biri kanişti.
Kaniş nüfusunda patlama
Bu ırkın üretimdeki artışı, 1949 doğumlu Annsown Sir Gay adlı şampiyon bir köpeğe kadar uzanıyor. O, çok fazla sayıda yarışma kazanmış ve bir batında doğan 21 yavruya babalık yapmış üretken bir damızlıktı. Diğer köpek kulübeleri, bu soydan köpeklere sahip olmaya ve genetik etkilerini ırk boyunca yaymaya hevesliydi. İçlerinden bir tanesi, Gay Knight, 1959’da Wycliffe köpek kulübelerinde içlerinde beş adet kazanan olan yavruların damızlığıydı.
1949’da 2.165 olan kaniş nüfusu 1959’da 58.000’e sıçradı.
Bu yavruların genlerine bugün hala rastlanılır ve hatta genetik analizde “yüzde x Wycliffe” olarak tanımlanırlar. Birleşik Krallık, ABD ve Avustralya’daki kanişlerin hepsi bu mirası paylaşıyor. 90’lara gelindiğinde, kayıtlı kanişlerin genlerinin yüzde 40’ından fazlası Wycliffe gen havuzundan geliyordu ve siyah kanişler için bu oran yüzde 50’ye kadar çıkıyordu. Bu kısmen kanişlerin savaş sonrası hızla artan popülaritesinden kaynaklanıyordu. American Kennel Club kayıtları 1949’da 2.165’ten 1959’da 58.000’e sıçradı. Kulüpler talebi karşılamak için çok sayıda yavru üretiyordu (bugün, ABD’de yılda 250.000’den fazla kaniş için kayıt yaptırılıyor).
Kanişler, yapay seleksiyonun genetik sorunlara sebep olduğu tek köpek ırkı değildir. Ancak, ayırt edici görünümleri ve morfolojileri nedeniyle, safkan hayvanların zaman içindeki değişimini en keskin şekilde gösteren ırklardan biridir. Suda yalıtımı sağlayan sıkı ve kıvırcık saçlarıyla zeki ve iyi bir yüzücü olan kanişlerin kökenleri kuş yakalayan av köpeklerine dayanır.
Bazı köpek ırklarının görünüşü, gelişen bir estetiği ve teknolojik ilerlemeleri temsil eden kanişler kadar değişti. 20. yüzyılın başlarında, kanişlerin rastalarla ‘ipli‘ olarak gösterilmesi yaygındı.

Popüler kültüre ait bir karakter olan kuzen Itt’e benziyor.

Kanişlerle ilişkilendirdiğiniz tüy kesimi – yani baş ve omuzlarda saç, traş edilmiş bir orta bölüm, ayak bileklerinde, kuyruk ucunda ve kalçada olan ponponlar – eski resimlerde daha özensiz görünüyor, fakat elektrikli kesme makinelerinin ve fön makinesinin geliştirilmesi ile bunun da değiştiğini görüyoruz.

Kanişlere uygulanan bu kesim modeli o kadar meşhur bir silüet oldu ki 1950’lerde bir moda motifi haline geldi ve tekstillerde, baskılarda ve logolarda tekrarlandı. Diğer köpeklerin de modaya uygun olarak estetiği gelişti.
Kısa yüzleri olan pug tipi köpeklerin (brakisefali olarak bilinen bir durum) son yıllarda popülaritesinin arttığını görüyoruz. Bu hayvanlar kafatası şekli nedeniyle solunum problemlerine eğilimlidirler. Bu, neoteninin bir temsilidir.
‘Neoteni’, bir yetişkinde (hem fenotipik hem de davranışsal olarak) gençliğe özgü özelliklerin devam etmesini ifade eder. Bu, herhangi bir hayvanın insanlarda uyandırabileceği “sevimli!!” tepkisine yol açan bir özelliktir, orantılı olarak büyük gözler, ileriye dönük ve yuvarlak bir yüz. Tıpkı bir insan bebeği gibi. Köpek savunmasız ve bakımımıza ihtiyacı var olarak algılanır. Küçük yüzlerine bakarız ve bu bizim bakım verme isteğimizi tetikler. Bu hayvanlara isteklerimizi yansıtıp, insansı özellikler atfetmemiz de daha kolaydır. Bugünün evcil hayvanının adı muhtemelen dünün Queenie veya Rex’i yerine Bella veya Jack (bunlar çocuklar için de popüler isimler) olacaktır.
Son on yılda son derece popüler hale gelen Fransız buldoğu, neoteni karakteristiğine sahip olmasının yanı sıra küçük bir hayvan olduğu için apartmanda bakılması da kolaydır. Şarkıcı Lady Gaga’nın 2021’de çalınan köpekleri Fransız buldoklarıydı. Köpek hırsızlığı bugün öyle bir tehdittir ki, sahipleri köpeklerini toplum içine çıkarmaktan endişe ediyor. Fransız buldok yavruları binlerce dolara satılıyor. Bu hayvanlar şüphesiz şirinliği simgeliyor, ancak nakit değeri, onları lüks bir ürün de yapmakta.
İngiliz buldoklarının doğumları yüzde 85 oranında sezaryen ile gerçekleşir
Ekonomist Thorstein Veblen, 1899’da ortaya koyduğu Aylak Sınıf Teorisinde (The Theory of the Leisure Class) gördüğü yapay seleksiyon ile yetiştirilmiş süs köpekleri hakkında şunları yazmıştı:

Köpeklerin ticari değeri, yüksek üretim maliyetine bağlıdır ve sahipleri için değerleri, en temelde gösterişçi tüketim öğeleri olarak görülebilirliklerinde yatmaktadır.
Yavruların kafaları annenin pelvisi için çok büyük olduğundan doğumların yüzde 85‘inin sezaryen gerektirdiği İngiliz buldoklarında fiziksel bozulma aşırı uçlara gitmiştir. Bu köpekler doğada asla bu şekilde evrimleşmiş olamazlar, tamamen insan yapımıdırlar ve ırklar üzerindeki egemenliğimizi temsil ederler.
AKC’nin popüler ırklar listesine sürekli girip çıkan türler var.
1920’lerde, Çov Çov popülerdi, daha sonra, on yıllar boyunca ilk 10 listesinden düşmüştür. Art Deco eserlerde, Borzoy ve Saluki gibi nispeten daha az bilinen ırkları, modaya uygun siluete göre ince ve köşeli çerçeveleriyle görürüz.
Listenin en önemli isimlerinden biri, 30 yılı aşkın süredir bir numarada yer alan Labradordur. Aslen bir av köpeği olan Labrador, sadakat ve istikrarın sembolüdür ve Golden Retriever ile birlikte saygın bir aile hayvanıdır. Labradorlar da aslında iş hayvanlardır, rehber köpekler, polis arama-kurtarma ve patlayıcı ve narkotik uzmanlığı gibi. Ama onlar bile akrabalı yetiştirmenin bazı genetik sorunlarından muzdariptirler: kalça displazisi, diğer büyük köpeklerde olduğu gibi, bu ırkta da yaygındır ve Labradorlar özellikle kansere yatkındır.
Irkların popülaritesi kültürden büyük ölçüde etkilenir. Rin Tin Tin, 1920’lerde sessiz filmlerde ilk kez göründükten sonra Alman çoban köpeğini ana akım evcil hayvan seçimi haline getirdi. Lassie’nin filmleri ve TV şovları, Collie’yi herkesin oturma odasına getirdi ve kısa süre sonra bir aile hayvanı olarak daha fazla talep gördü. Çeşitli 101 Dalmaçyalı filmleri bu yavruların hızlı bir şekilde gördükleri talebi arttırdı, ardından popülerliği azaldıkça Dalmaçyalıların barınaklara bırakılması arttı. Bu köpeklerin her birinin seçimi, sahiplerinden gelen kültürel bir mesajdır. Irklar, tüketici tercihi açısından marka haline geldi.
Evcil hayvan olarak köpek seçimimizle sınıfımıza, tercihlerimize ve kişiliğimize gönderme yaparız. Bir Labrador sahibi banliyö yaşam tarzı veya geleneksel değerlerle bağdaşıyor olabilir. Köpek sahipliği şekliyle okunabilecek semboller, hem bizim adlandırdığımız ve ona davrandığımız şekliyle köpekle olan iletişimimiz, hem de sahip olduğumuz şeyin ne anlama geldiğine dair toplumun geri kalanıyla olan iletişimimiz ile ilgilidir. Ve bu anlam, hayvanlarla olan ilişkimizin ortak evrimi sonucunda değişmiştir. Tıpkı köpek ve insan ilişksinide, köpeklerin ‘kendilerini evcilleştirmiş’ taraf olarak değerlendirilmesi, bunun bizim değil, onların tercihi olduğu fikri gibi.
Kendimize köpeklerin yaşam tarzlarımızı seçtiğini veya istediğimiz şeyleri tercih ettiğini anlattığımız hikaye (ne şanslıyız, tercihlerimizi paylaşan bir evcil hayvana sahibiz!), köpeklerin besleme biçimine bile yansır. Son yıllarda evcil hayvanlar için çiğ mama bir trend oldu. Bazıları köpeklerini organik besler, hatta evcil hayvanlarına – vegan beslenme gibi – insanların beslenme alışkanlıklarını uyarlamaya çalışır. Bu sahipler, hem antropomorfik bir eğilimi ve sosyal statü arzusu hem de bir dereceye kadar aldanma gösterirler. Temel evcil hayvan mamasıyla köpeklerini besleyenler ise evcil hayvanlarını umursamadıkları için utandırılırlar. (Bu beklentiler, bazı sosyal çevrelerde, tabii ki, diğerlerinden daha fazla görülür.)
Muhtemelen köpek yavrusu dolandırıcılığını duymuşsunuzdur. İnsanların internet üzerinden canlı hayvan satın almalarının yarı normal hale geldiği bir piyasada birçok insana ulaşmak, internetin aşina olduğumuz dezavantajlarından biridir. Alıcı, internette bir reklam görür ve köpek yavrusu için ödeme gönderir. Pek çok çevrimiçi soygunda, ‘satıcı’ bu noktada nakitle birlikte ortadan kaybolur. Ancak köpek yavrusu dolandırıcılığı genellikle daha da ileri gider. Başka bir e-posta. Köpek yavrusu aniden tıbbi bakıma ihtiyaç duyar. Lütfen para gönderin. Taşınması için özel bir kafes. Ah hayır! Köpek yavrusu Hartsfield-Jackson havaalanında pistte mahsur kaldı ve Delta ekstra bir ulaşım ücreti talep ediyor! Olay örgüsü, aldatılanın aklının başına gelmesine kadar devam eder. Bu süre, tahmin ettiğinizden çok daha uzun olabilir.
Ancak bu, tıpkı flört dolandırıcılığı gibi işe yarar çünkü insanlar buna hem duygusal hem de finansal olarak yatırım yaparlar.
Barınaktan hayvan sahiplenme
Geçen çeyrek yüzyıldaki son trend, bir barınaktan evcil hayvan sahiplenmenin, evcil hayvanı yetiştiriciden satın almaktan daha faziletli olduğu iddiasıyla, hayvanları ‘kurtarma’ mesajı üstüne oldu. Hayvanlara gereksiz yere ötanazi yapıldığı ve kurtarılabileceği mesajı çok etkili oldu. Bununla birlikte, bir yetiştiriciden köpek satın almaktansa bir köpeği sahiplenmenin daha iyi olduğu argümanı, 1970’lerden bu yana barınak nüfusunun önemli ölçüde düştüğü gerçeğini gözden kaçırıyor.
Aslında, her köpek sahibi olmak isteyen bir insan bir evcil hayvan için oraya gitse, barınaklarda talebi karşılayacak kadar köpek olmadığı anlaşılır. Bu, son derece etkili kısırlaştırma mesajlarının sonucudur ve kesinlikle hayvan refahı savunucularının kutlaması gereken bir sonuçtur. Mikroçipleme, daha fazla kayıp köpeğin eve dönüş yolunu bulması anlamına geliyor. Sürpriz yavrulara sahip olan aile köpeği ve süpermarketlerde 30 yıl önce olduğu gibi panoya sabitlenmiş “sıcak bir yuva karşılığı ücretsiz” reklamları da artık olağan bir durum değil. (Gelişmiş ve organize olabilen toplumlarda).
Sahiplenmek için yaygara koparan insan sayısı, mevcut köpek sayısından daha fazla.
“Aile üyeleri” ve “tüylü yoldaşlarımız” söylemimiz, onları bir tüketim malından başka bir şeymiş gibi gösterse de, internette köpekler için bir pazarın olması, onların kaçınılmaz olarak pazarın ne ölçüde büyük bir parçası olduklarını gösteriyor.
Ancak bu durum ters teşvik sistemini yarattı. Başka bir grup, “kurtarma ekipleri”, son yıllarda katlanarak büyüdü. ‘Barınak’ ve ‘kurtarma’ terimleri genellikle birbirinin yerine kullanılsa da, bunlar birbirlerinin yerine kullanılabilen isimler değildirler. Barınak, belediyelere aittir veya ASPCA/RSPCA gibi kar amacı gütmeyen bir kuruluştur. Kurtarma ekipleri, genellikle belirli bir ırka odaklanarak köpekler için yuva bulan özel kuruluşlardır. Kurtarma çalışmaları, köpekleri ölüm barınaklarından kurtarmakla bilinir ve bu çalışma takdire şayandır.
Ancak kurtarma ve ticaret yapma arasında ince bir çizgi var. ABD’de, evcil hayvan talebinin yüksek olduğu Kuzeydoğu’daki kurtarma ekiplerinin, hayvanları Güney’deki barınaklardan satın aldığı ve alıcıların bulunduğu yere naklettiği bilinmektedir. Bazı kurtarma ekiplerinin barınak stoğunu esasen “temizlemesi”, böylece diğerlerinin evcil hayvan bulamamaları, zincirleme bir etkidir. ‘Sahiplenin, alışveriş yapmayın’ mesajı, bir köpeği sahiplenmenin yeterince kolay olduğunu ima ediyor, ancak birçok potansiyel sahip, kurtarma gruplarının (ev kontrolleri, referanslar, hatta kredi raporları) dayattığı artan talepler karşısında kendilerini engellenmiş bulduğunu ifade ediyor. Kurtarma ekipleri, bunları kolaylıkla talep edebiliyor, çünkü köpekleri sahiplenmeyi isteyen insan sayısı, mevcut köpeklerden daha fazladır.
Modaya uygun bir ırka sahip olmak, hem trend olduğunuza hem de lüks bir ürünü karşılayabileceğinize dair bir mesaj gönderir.
‘Kurtarılmış köpeğin’ sembolizmi, sahiplerinin bu köpeği barınakta yaklaşan ölüm cehenneminden veya sokaktaki korkunç hayattan uzaklaştırdıkları için kendilerini erdemli hissedebilmeleridir. Aslında, barınakta, pazardaki talebi karşılamak için yeterli köpek olmadığı için, bazı kurtarıcılar yetiştiricilerden köpek bile satın alıyor – ırka özgü kurtarmalar! – Bunu, bir köpeği bir yetiştiricinin elinden ‘kurtarmak’ olarak sunsalar da, aslında açık artırmada köpeklerin fiyatını yükseltiyorlar – ve ekonomiden az da olsa anlayan birinin görebileceği gibi, daha fazla insanı köpek yetiştirmeye teşvik ediyorlar. Kurtarıcıların köpekler için istediği fiyat (ister “yeni bir yuva bulma ücreti” olarak etiketlesinler, isterse her neyse, bu bir satış fiyatıdır) taleple birlikte tırmandı ve bazıları bu sözde istenmeyen köpekler için dört haneli fiyatlar istemeye başladı.
Yine de köpeğin son sahibi (veya tüketicisi) için, kurtarmanın aracı görevi görmesi, hayvanı bir köpek yavrusu çiftliğinden satın aldıklarını hissetmedikleri anlamına gelir. Köpek sahibi için bir zafer: özel bir kurtarmaya giderek istedikleri belirli olan ırkı elde ederler ve ‘bir yetiştiriciden satın almamış olma’ ahlaki değerini alırlar. Modaya uygun bir ırka sahip olmak, hem trend olduğunuza hem de lüks bir mal almaya gücünüzün yettiğine dair bir mesaj gönderir. Köpeğin bir kurtarma köpeği olduğunu açıklamakta bizim ne kadar iyi bir insan olduğumuzun altını çizmenin bir yoludur.
Artan fiyatların ve köpeklere yönelik yüksek talebin karanlık bir yanı da köpek hırsızlığı ve gri piyasa ticaretidir. Bu, pandemi yoluyla hızlandı ve hayvanların nereden geldiklerinin gizlenmesine izin veren uluslararası bir hayvan trafiği oluşturdu. Daha zengin ülkelerdeki köpeklere olan yüksek talep nedeniyle, Romanya’dan, Kıbrıs’tan veya başka bir yerden bir köpeği ‘kurtarmak’ (yani satın alıp size sevk etmek) normalleşti. Zengin Batı’daki yavru köpek çiftliklerini ve evcil hayvan dükkanı satışlarını kapatmaya yönelik baskı, ‘kurtarma’ olan ürünleri ithal etti ve daha fakir ülkelere daha gevşek yasalarla dış kaynak sağladı. Diğer endüstrilerde olduğu gibi, ürünün son hailini istiyoruz, ancak üretim sürecini sevmiyoruz: ‘Bu yüzden bunu dünyanın başka bir yerine itiyoruz’.
Köpeklerle olan günlük hayatımız da onların artan parasal (ve duygusal) değerlerini yansıtarak bundan etkilendi. Köpeklerin halka açık yerlerde tasmayla dolaştırılmasını gerektiren hüküm – gıyaben de olsa bir kültür değişikliği – köpeklerin, yüzyılın ortalarında olduğu gibi sokaklarda dolaşmadığı anlamına gelir. Köpeklerin dışkılarının sahipleri tarafından temizlenmesi gerektiğine dair yasa, kentsel alanlarda, köpeklerle başa çıkmanın bir yolu olmaya hizmet eder, ancak aynı zamanda onların şımartılmış evcil hayvanlar olduğu fikrinin de altını çizer.
20. yüzyıl boyunca genişleyen orta sınıf bize – genellikle ücretsiz olarak edinilen ve çocukların tembel sevgisiyle yetiştirilen bir kırma köpeğin (Baba, onu sahiplenebilir miyiz?) – evcil hayvan olduğu bir çekirdek aile modelini getirdi. O zamandan beri köpeklerin etrafında dönen bir endüstri (evcil hayvan maması, evcil hayvan oyuncakları, evcil hayvan giysileri, evcil hayvan her şeyi) dev bir pazar haline geldi.
Köpeklerin maliyeti aynı zamanda onlara – diğer hayvanlara kıyasla – daha çok sevilen aile üyeleri gibi davranmamıza yol açar (“tüylü dostum” terimi bunun için yeterli bir kanıttır). Bugünün evcil hayvanları sahiplerine yakın tutuluyor. Snoopy karakteri bugün yaratılsaydı, evin bahçesindeki köpek kulübesinde uyumayacaktı, onun yerine, oturma odasında bir yatağı olacaktı.
Barthescı bir yaklaşımla, köpekler, gösteren ve gösterilendir. Ben ve öteki arasında bir çizgi üzerinde dururlar. Bizim onları “insanlaştırdığımız”, ancak yine de onları nesne olarak kullandığımız şekilde. Size biri için o evcil bir pitbull sahibi dersem, bu kişi hakkında varsayımlarda bulunabilirsiniz ve bu varsayımlar Yorkshire teriyeri olan bir tanıdık hakkında yaptığınız varsayımlardan çok farklı olur. Irklar, popüler kültürdeki varlıklarından, fenotiplerine, günlük yaşamda onlara yüklediğimiz anlamlara kadar birçok çağrışım kazanmışlardır.
Sadece bir köpeğe sahip olmak, tüylü sembolümüz onları dünyaya yansıttığı için, kendi kültürel değerlerimizi ifade etmenin bir yoludur.
Not: Yazının orijinali Aeon’da yayınlanmıştır. Buradaki bir çeviridir.


Posted

in

Tags:

Comments

Leave a Reply